Garajda bir Sevim Burak...

Posted: 21 Mayıs 2008 Çarşamba by bülent usta in
0

Bu aralar karşılaştığım kitaplar, dergiler ve etkinlikler epey çoğaldı. Gazetede bana ayrılan sütunun sınırları tüm bu karşılaşmalardan bahsedecek kadar geniş değil maalesef. Örneğin Ali Teoman'ın 'Karadelik Güncesi' adlı yeni çıkmış romanının baş karakteri İbrahim Nemrud'la tam da İstanbul'u yağmurun bastığı bir gün sokakta karşılaşmış ve onunla gerçekleştirdiğim sohbeti yazmışken, birden GarajistanbuPda sahnelenen bir tiyatro oyununa davet edildim. Bu oyuna gitmek için hazırlanırken de 'Özgür Edebiyat' dergisinin ikinci sayısında yer alan 'roman tartışmalarına gözüm takılınca, İbrahim Nemrud'la olan karşılaşmam diğer çarşambaya sarktı.

'Ya Seni Rüyasında Bir Daha Hiç Görmezse', oyunun adı. Sevim Burak'ın o olağanüstü öykü kitabı 'Yanık Saraylar'dan Naz Erayda oyunlaştırmış. Derya Alabora, Mustafa Avkı-ran, Övül Avkıran, Güneş Berberoğlu ve Gül-bin Yeşil hem sahnede, hem de bir grup daha oyuncuyla birlikte video performans olarak arka planda rol alıyor. Aslında Garajistanbul'a bu ilk gidişimdi. İzleyicileri ağırladıkları yer, ilginçtir ki bir sahne. Perdenin arkasında kalıyor koltuklar. Perde açılınca bizler sahneden koltuklara geçiyor, oyuncular da bizden boşalan sahneye yerleşiyor. Yani yer değiştiriyoruz oyuncularla ve oyunla. Bu, tam da tiyatronun mantığını gösteren bir yer değiştirme... Oyun bittikten sonra da, izleyiciler tekrar sahneye çıkıyor. Bu arada, oyunu izlerken sahnenin arkasında kalan sokağı da görebiliyorsunuz. Hatta sokaktan geçenler, durup pencereden oyuna ve oyunun arkasındaki izleyicilere de bakabiliyor. Sahne, izleyici, sokak ve oyuncular içice geçmiş, hepsi bir arada.

Oyun, ışık oyunlarıyla, sahneye gerilmiş beyaz perdeye yansıtılan video performansıyla, zaman zaman uzun, zaman zaman kesik diyaloglar ya da monologlarla süslü, Sevim Burak metinlerinin kendi iç dinamiğini yansıtacak şaşırtıcı buluşlarla hareketlendirilmiş, çarpıcı bir oyun. Aslında Sevim Burak gibi okura boşluklar bırakan, kapalı metinler yazan bir yazarın öykülerinden bir tiyatro oyunu yaratmak, izleyene kadar bana pek mümkün gözükmüyordu. Ama Naz Erayda, sıkı bir çalışmayla Sevim Burak'ın öykü dünyasına pek çok noktadan sızabilmiş ve bulduklarını da tiyatronun olanakları çerçevesinde sahneye başarılı bir biçimde yansıtabilmiş. Örneğin Sevim Burak'ın resim ve öykü arasındaki kurduğu ilişki, kendine özgü bir yazı tekniği olarak montaj ve eksiltmeleri kullanması; her şeyin birbirinin yerine geçtiği, kuşkulu, hüzünlü, bir rüyadaymış gibi konuşan, hareket eden karakterleri; tekrarlar ve birbirini kovalayan imgelerin yarattığı gizem, hepsi geniş bir sahnenin görünen ve görünmeyen kısımlarına başarılı bir biçimde serpiştirilmiş. Ama bir tavsiye, oyuna gitmeyi düşünüyorsanız 'Yanık Saraylar'dan birkaç paragraf da olsa okuyun, o zaman Naz Erayda'nm ne yapmak istediğini daha iyi anlayacaksınız.

Roman tartışmaları

'Özgür Edebiyat' dergisinin ikinci sayısı çıktı. Beni ilgilendiren asıl nokta, bu sayıda roman tartışmalarının bulunmasıydı. Roman tartışılmıyor diye yakınırken böyle bir dosyayla karşılaşmak beni başta oldukça sevindirmişti. Ama dosyanın sınırları ve yoğunluğu sevincim biraz azalttı. Dosyanın ilk yazısı Tuğrul Tanyol'a ait. Bir şair olduğu için romanı şiirle karşılaştıran, popüler romanı edebi romanın karşısına koyarak çıkarsamalarda bulunan oldukça iddialı bir yazı kaleme almış. Yazının en önemli savı, romanı edebiyat dışı bir tür olarak değerlendirmesi. Ardından yine bir başka şair Adnan Özer'in yazısı geliyor. O da yazısında 'bestseller' romanla bir hesaplaşmaya girmiş. Onun ardından Oktay Taftalı, yine bir şair ve romanın kötücül halleriyle hesaplaşan, Türkçe romana girmeden romanı bir tür olarak geniş bir biçimde ele alan bir yazıyla dosyada yer almış. Bu üç yazı da, birbirini destekleyen ve üreten okuması keyifli, ama yeni bir şey söylemekten uzak geldi bana. Ardından Çağrı Tanyol'un Cumhuriyet romanı üzerine bir denemesi geliyor. Bu yazıda da günümüz romancılığı ve meseleleri yok. Daha sonra da Necip Mahfuz ve Salman Rüşdü'nün yazılarıyla dosya tamamlanmış. Bu dosyadan yola çıkarak, yerli romancılarımızın da artık roman konusunda söz alması gerektiğini, dergilerin roman tartışmalarına çok yönlü ve daha ciddi dosyalarla eğilmesi gerektiği sonucunu çıkarttım. Romanın sahipsiz bir tür olarak itilip kakılmasına son verecek, alternatif ve çağdaş eleştirel bir noktadan değerlendirilmelerde bulunabilecek bir zeminin oluşması gerekiyor. 'Özgür Edebiyat', en azından roman meselesine eğildiği için bile bence önemli bir iş yapmış. Ayrıca dergide yer alan birbirinden değerli ustaların şiir ve hikayeleri de kaçırılmaması gereken keyifli okumalar sunuyor. Karşılaşmamızın sonuna gelirken, dergide yer alan dosyayla bağlantılı olarak kafama takılan bir gerçeğin de altını çizmek istiyorum: Popüler olan her şey kötü, popüler olmayan her şey iyi saplantısından acilen kurtulmamız gerekiyor. Bu tür elitist yaklaşımların çoğu zaman hedefi şaşırttığına tanık oluyoruz. Popüler olanların arasında da iyi ve kötü örnekler olabildiği gibi, popüler olmayanlar arasında da hangi sanatsal kaygıyı güderse gütsün iyi ve kötü örneklerle karşılaşılabiliniyor. Örneğin bir bestseller yazarı olarak bilinen Nick Hornby, aynı zamanda iyi edebiyatın da izini süren ve romana yeni açılımlar getirebilen bir yazar. Popüler diye bu yazara önyargıyla yaklaşmak yanıltıcı olacaktır. Bu önemli meseleyi ve neden Türkçede iyi bestseller'lar ya-zılamıyor sorusunu başka bir karşılaşmada uzun uzadıya tartışmak iyi olacak.

Bülent Usta (Birgün, 28 Mart 2007)

0 yorum: