Mikrokozmoslardan makrokozmosa: Centuria

Posted: 21 Mayıs 2008 Çarşamba by bülent usta in
0

Manganelli’yle karşılaştım bugünlerde. Sıradan bir karşılaşma olmadı benim için. “Centuria” adlı romanı, yüz ayrı parça halinde, parça tesirli bir bomba gibi beynimin içinde dağıldı. Her parça, bana bambaşka bir insanlık halinden bahsederken, hayal gücüme de ayrı bir enerji verecek iç patlamalar yaratmıştı. Duymuştum Manganelli’nin bu romanının etkisini ve gücünü, hatta YKY’den çıkan “Düz Yazının İnce Sesi” adlı deneme kitabını da okumuş ve “vay be” demiştim içimden alkışlayarak, ama bu kadar güçlü bir yapıtla karşılaşacağımı ummamıştım yine de. “Centuria”, roman kurgusuna getirdiği yenilikler ve anlatımındaki başarısıyla, 1979 yılında yayımlanmış olmasına rağmen, hâlâ genç romancılarımıza ışık tutacak nitelikte özellikler taşımaya devam ediyor. Üstelik, roman okurları için de ilginç bir okuma deneyimi vaat ediyor. Romanı okuduktan sonra “ilginç” derken neyi kast ettiğimi daha iyi anlayacaksınız.

Daha önce Tavanarası Yayıncılık tarafından yayımlanan bu roman, bugünlerde Alef Yayınları tarafından yeniden yayımlandı. Türkçeye çevirenin de Sema Rifat olduğunu söylersem, kitabın nasıl titiz bir çalışma ürünü olduğunu daha iyi anlayacaksınız.

“Centuria”, Roma lejyonlarının yüz kişilik birliklerine verilen Latince isimden geliyor. Roman, tek tek numaralandırılmış olan yüz ayrı parçanın (anlatının) bir araya gelmesinden oluşmuş. Romanı oluşturan her parça, aynı zamanda kendi içinde bir bütünlük de oluşturuyor. Yani mikrokozmos-makrokozmos ilişkisi. Bu parçaların birbiriyle olan ilişkisini kolaylaştırmak için de, karakterler bir kadın, bir adam gibi anonimleştirilmiş. Ama bu “bir kadın” veya “bir adam”, sıradan bir kadın ya da bir adam değil. “Keten pantolonlu bir adam”, “titiz bir adam”, “alçıdan bir adam”, “bilgili ve orta derecede melankolik bir adam”, “ölçülü bir fanteziye uygun giyinmiş bir kadın” gibi, kendisini o anlatı sınırları içinde diğer karakterlerden ayıran özelliklere sahip adamlar ve kadınlar söz konusu olan. Üstelik düşsel varlıklar da bu anlatılarda karşımıza çıkıyor. Yalnızlıktan sıkılan bir hayalet, sinirlendirici yararsızlığıyla ünlü bir peri ya da masalsı hayvanların, dinozorların bulunduğu bu roman, gerçekliği düşselliği de içine katarak farklı yönlerden keşfetmemizin, duyumsamamızın imkânlarını araştırıyor.

Hem Gelenekçi, Hem Avangard

Gruppo 63 olarak adlandırılan ve kendilerini “yeni avangard” bir hareket olarak adlandıran bir sanatçı grubunun öncü isimlerinden olan Manganelli, ironi, alegori, imgesel anlatımın olanaklarının oldukça farkında olan ve bunu çok iyi kullanabilen bir yazar. Yaptığı soyutlamaların aşırılığı ile gerçekliği deformasyona uğratırken, insan doğası üzerine tam da ancak sanatla başarılabilecek bir evrene adım atmamızı sağlıyor. Mesele, sadece düş kurmak ve kurdurtmak, ya da gerçeklikten koparıp düşler alemine dalmak, daldırtmak değildir. Mesele, kurduğu ve kurdurttuğu düşün, insana dair derin gözlemlerin, elde edilen bilgilerin ve soruların izini sanatın olanaklarını kullanarak sürmektir. Daha önceki yazılarımda değindiğim gibi, edebiyatçılarımızın çoğu maalesef edebiyatın olanaklarından yeterince haberdar değiller. Oğuz Atay gibi romancıları diğer pek çok romancıdan ayıran nokta da bu farkındalıkta gizli. Manganelli gibi yazarlar, yazdıkları ürünlerin fevkaladeliği dışında, başka yazarlara ve romanlara esin vermesi açısından da önemli bir güce sahipler. Kitaba önsöz yazan ve bu romanın geniş yığınlarca buluşmasını sağlayan Calvino da, Manganelli’nin hem gelenekle kurduğu güçlü ilişkiyi, hem de gerçek anlamıyla bir avangard oluşunun gizi üzerinde durmaktadır. Öyle ya, bir yazar hem gelenekçi, hem de geleneğe karşı çıkan, onu yıkan bir avangard olmayı nasıl başarabilir? Ama sanırım Manganelli’nin sırrı da burada gizli.

Galapera

Bu arada sizi bir mekândan haberdar etmek istiyorum. Galapera Sanatevi, Beyoğlu’nda bir apartmanın ikinci katında bulunan, özellikle öyküseverlerin ilgisini çekecek bir mekân. Mehmet Zaman Saçlıoğlu’yla “öykünün öteki sanatlarla ilişkisi” üzerine bir söyleşi gerçekleşti geçen cumartesi. Bu söyleşiye biraz erken gidince, öykü okuma saatine de tanık oldum. Bir grup profesyonel ve amatör öykücü, oldukça sade ama sıcak bir mekân olan sanatevinde bir araya gelmiş, kendilerinden ya da usta öykücülerimizden bir öykü okuyup o öyküyü tartışıyorlardı. Herkesin çeşitli sanatsal etkinlikleri ücretsiz olarak izleyebileceği, kendi sanatsal ürünlerini rahatça paylaşabileceği bu tür mekânların çoğalması, oldukça önemli. Ve bu mekânla ilgili bir duyuru: Bu Cumartesi saat 16.30’da Zeki Coşkun ve Mehmet Belgin, Nâzım Hikmet hakkında söyleşecekler. Daha fazla bilgi için: www.galapera.com

Bülent Usta (Birgün, 14 Mart 2007)

0 yorum: