Siyasi romanlar yazmalı, ama nasıl?

Posted: 21 Mayıs 2008 Çarşamba by bülent usta in
0

Nato’nun İncirlik Üssü’nü, Ortadoğu Barış ve Sanat Müzesi haline getirebilecek bir sol parti, önümüzdeki seçimlerde Türkiye’de tek başına iktidar olursa, acaba neler yaşanır? İşverenler, bürokratlar, ordu, ABD, IMF ve diğer kişi ve kurumlar, bu iktidarı hangi yöntemlerle önlemeye çalışırlar? Cumhurbaşkanlığı seçiminin ve genel seçimlerin tartışıldığı bugünlerde, Agora Kitaplığı’ndan çıkan Chris Mullin’in “Pek İngilizvari Bir Darbe” adlı polisiye tarzda yazılmış siyasi romanı, Marksist solun egemen olduğu bir İşçi Partisi’nin iktidara gelmesi halinde, İngiltere’de neler olabileceğini hayal ederek, kapitalist demokrasi anlayışının içyüzünü ve işleyişini gerçekçi bir üslupla, ama aynı zamanda da acı acı gülümseten ironik bir dille anlatıyor. Aslında roman, yazarın sadece hayal gücünü kullanmasından ibaret değil. Kendisi de bir dönem İşçi Partisi’nden milletvekili olan Mullin, İşçi Partisi’nin sol kanadının önderi ve eski başkanı Tony Benn’den esinlenmiş. 1974’de Tony Benn’in gemi yapımı endüstrisini kamulaştıracağını açıklaması, uluslararası finans kurumlarının hızla ülkeden kaynaklarını çekmesini ve İşçi Partisi hükümetinin IMF’ye teslim olma sürecini başlatmıştı. Tıpkı bir zamanlar Ecevit’in ABD’nin karşısında yer aldığı için sermaye grupları ve diğer güçler tarafından kuşatılarak etkisizleştirilmeye çalışılması gibi.

Mick Jackson tarafından 1988’de televizyon filmi olarak çekilen roman, BAFTA, Emmy gibi ödüllerin de sahibi olmuş ve oldukça ses getirmişti. Romanın sonu hüsranla bitiyor bitmesine, ama dönen entrikaları, medya, işveren ve istihbarat örgütlerinin nasıl kafa kafaya verip, başbakan olmayı başarmış çelik işçisi Harry Perkins’i devirmeye kalkıştıklarını okumak, hem eğlenceli, hem de düşündürücü pek çok ipucu da sunuyor bizlere. Ama elbette bu sadece bir roman. Ve yine elbette bir roman, sadece bir roman değildir. Olmuş, olan ve olacaklar üzerine bir düşünme biçimidir.

Sol, çoğunlukla iktidara gelmek üzere teoriler üretmiş gibi gelir bana. Parlamenter sistem aracılığıyla ya da diğer yollarla iktidara gelmeyi hedefleyen sol parti ve grupların, iktidara geldikten sonra neler yapmak istediğinin ‘gerçekçi’ senaryoları, yazılı ürünleri arasında daha az yer kaplıyor diye düşünürüm. Ya da bunlar yazılı bile olsa, bu yazılı ürünlerin slogancı boyutunun yarattığı sığlık, solun bir alternatif olarak geniş yığınları ikna edebilmesinin önünde bir engelmiş gibi gözükür bana? Nasıl ki edebiyat ortamımız edebiyatın olanaklarının yeterince farkında değilse, sol da solun sahip olduğu tarihsel deneyimlerden ve olanaklardan bihaber gözüküyor. Önümüzdeki seçimleri tut ki sol kazandı. Hazırlıklı mı böyle bir zafere? Öyle ya, Mullin’in romanında sosyalistlerin İngiltere’de iktidara gelme ihtimaline önce kimse, sosyalistler bile inanmamıştır. Herkes böyle bir duruma hazırlıksızdır, İngiltere’nin derin devleti bile. Türkiye’de böyle bir şey olursa, ne olur? Sol ne yapacağını, hangi entrikalarla karşılaşacağının farkında mı? Ya da hangi entrikaların içinde olduğunun?

Siyasetçiler, felsefeciler, edebiyatçılar geleceği düşlerken, sadece geleceği değil bugün ne yapılması gerektiği üzerine de düşünmek ve düşündürtmek zorunda kalırlar. Acaba geçmiş, bugün ve gelecek arasında köprüler kuran edebi, siyasi ve felsefi metinler Türkçede yeterince üretiliyor mu? Bu türden üretim ve çabaların artarak çoğalması bugün daha büyük bir ihtiyaç olarak karşımızda duruyor. Mullin’in romanına bakarak, aslında bu toprakların bu türden siyasi ve polisiye romanların yazılabilmesi açısından inanılmaz bir zenginliğe sahip olduğunu düşünüyor insan. Sadece son günlerde yaşadığımız cinayetler ve Nokta dergisinin kapanma süreci bile, siyasi ve polisiye romanlarda yer alabilecek veriler, olaylar ve karakterlerle dolu. Türkiye’de günlük gazeteler, arkası yarın şeklinde uzayan bir polisiye roman görünümünde sanki. Siyasi ve polisiye romanlara duyduğumuz ihtiyacı, günlük gazeteler mi karşılıyor diye düşünmeden de edemiyor insan.

Türkçede uzun yıllar polisiye ve bilimkurgu roman azlığından, bu türe yazarların yeterince ilgi göstermediğinden şikâyet edilmişti. Ömer Türkeş gibi eleştirmenlerin ve Ahmet Ümit gibi yazarların çabalarıyla bugün polisiye romana yönelik ilginin ciddi anlamda arttığından bahsedebiliriz. Ama bu ürünlerin çoğunlukla yüzeysel kaldığı, felsefi ve siyasi bir alt yapıları, bu topraklara özgü bir damara sahip olup olmadıkları çoğunlukla tartışmalıdır. Üstelik polisiyenin siyasi türde yazılmış romanlarına ilgi, cinayet romanlarına göre daha az. Siyasi roman denilince akla nedense didaktik, eğlenceden yoksun, toplumcu-gerçekçi gibi tanımlamalar, kalıplar geliyor. Ya da 12 Eylül’ü anlatan bunalım edebiyatının, umutsuz ve itici örnekleri. Apolitikleşmenin de getirdiği bir süreçle, siyasetin sanattan geri çekilmesi, siyasi roman yazmanın önündeki engellerden en önemlisi. Hatta pek çok yazarımıza romanınız siyasi bir roman ya da siyasi bir roman yazmayı düşünür müsünüz diye sorsanız (bazı röportajlarda rastlıyorum) ürktüklerini, siyasi roman yazıyor olmayı küçümsediklerini dahi görebilirsiniz. Mullin’in bu romanı, hem siyasi, hem de gerilim ve macera dolu bir roman yazabilmenin olanakları üzerine daha etraflı düşünmek için bir fırsat olabilir. Bence tam da siyasi romanlar yazma zamanındayız. Polisiye ya da bilimkurgu tarzında yazılmış siyasi romanlar…

Bülent Usta (Birgün, 25 Nisan 2007)

0 yorum: