V. E. F.

Posted: 21 Mayıs 2008 Çarşamba by bülent usta in
0

Varolmayan bir edebiyat eleştirmeniyle karşılaştım bugünlerde. Calvino’nun “varolmayan şövalyesi” akla gelmesin “varolmayan eleştirmen” deyince. Tomtom Kaptan Sokağın başında görmüştüm onu ilk. Görür görmez onda bir tuhaflık olduğunu fark etmiştim. Daha çok sezgisel bir fark edişti bu.

Onu uzun şiirsel ve romansal sokaklardan, felsefi ara sokaklardan, siyasi altgeçitlerden geçip, çınar ağaçlarının arasına gizlenmiş bir kahvehaneye kadar takip etmekten kendimi alamadım. Kahvehanenin arka masalarından birisinde tek başına oturuyordu. Kendimi takdim ettim. Rahatsız olduğunu hissettim bu cüretimden. Hareketleri sakin olmasına rağmen, gözlüğünün arkasına gizlediği bakışları sahici ve tedirgindi.

“Afedersiniz. Siz galiba edebiyatçısınız” dedi. “Evet” dedim “Bazı edebiyat dergilerinde editörlük ve yazarlık yapıyorum.” “Eyvah eyvah” dedi kendi kendine hayıflanır gibi. “VEF üyesi bizlerin, edebiyatçılarla ilişkiye geçmesi yasaktır. VEF, Varolmayan Eleştirmenler Federasyonu, eleştirmenliğin doğru düzgün yapılabilmesi için yayıncı ve yazarlardan uzak durulması, onlarla maddi ve manevi bağlar kurulmamasını eleştirmenliğin sağlıklı yapılabilmesi için gerekli önkoşul sayar.” “VEF’i hiç duymamıştım. Acaba yazılarınız nerelerde çıkıyor?” dedim merakla. “Her ay yayımlanan bir VEF bültenimiz var. Halka açık yerlerde satamıyoruz maalesef. Abonelik sistemiyle yürütülüyor bu yayın faaliyeti. Örneğin okurlarla da bir bağımız yok. Sadece üretilen metne bakarak çalışıyoruz. Eleştiri yazıları bir merkezde toplanıp orada yazılarda geçen bilgilerin doğruluğu araştırılıyor, bakışaçısına müdahale etmeden.” “Neden böyle bir örgütlenmeye ihtiyaç duyuldu?” “Daha önce ben de gazetelerin çeşitli kitap pazarlama dergilerinde yeni çıkan kitaplar üzerine yazılar kaleme alıyordum. Edebiyat ortamının içindeydim. Yayıncılarla yakın ilişkilerim vardı, yazarlarla meyhanelere gidiyor, dostluklar kuruyordum. Sonra, fark ettim ki dost olduğum yazarları kayırıyor, iktidar mücadeleleri içinde düşman olduklarımı görmezden geliyor, ekmek paramı kazanmak için yayıncıların, editörlerin taleplerine göre yazılar kaleme alıyordum. Edebiyat adına ortada yapılan bir şey yoktu. Sadece çarkın dönmesine hizmet ediyordum.” “Peki onlarla bu türden ilişkiler kurmayı göze alarak eleştirmenlik yapılamaz mı? Ben bir yayıncı ve yazar olarak onlarla ilişki kurmak da zorundayım. Ama bildiğim doğrular üzerinden eleştirilerimi de yapmak istiyorum.” “Bunu ben başaramadım. Gördüğüm kadarıyla başaran da pek yok. Ama böyle yaptığın sürece, hem onların arasında olup, hem de lafını esirgemediğin sürece, işin çok zor.” “Ama bunun geçmişte örnekleri çok. Cemil Meriç örneğin. Nasıl sert eleştiriler getirmiş, çevirmenler hakkında. Üniversitede hocalık da yapan ünlü bir çevirmenin çevirdiği bir kitap için ‘bir hatalar koleksiyonu olan bu kitabı mutlaka okuyun’ diyebilmiş. Daha pek çok örneği var eleştirinin sadece edebi kaygılarla yapıldığına yönelik. Ama bugün eleştiri edebiyatta geri çekilmiş durumda. Sizce neden geri çekildi eleştiri?”

Varolmayan eleştirmen şöyle bir durdu. Tedirgin bakışlarla etrafına bakındı. “Aslında seninle konuşuyor olmam bir suç. Ama madem sohbet bu noktaya geldi. Sana kısaca şunları söyleyebilirim: Günümüzde edebiyatın piyasalaşma süreci, ‘okur’ yerine ‘müşteri’ kavramınının ikame edilmesine, eleştirinin de müşteri endeksli bir noktaya çekilmesine neden oldu. Bugün mankenlerin, şarkıcıların, tarihi eser kaçakçısı dolandırıcıların kitap yazması şaşırtıcı gelmiyor kimseye. Çünkü onlar satıyor. ‘Okur’, ‘müşteri’ye göre daha soyut bir kavram olarak çıkıyor karşımıza. Okur, müşteriye göre daha evrensel, daha zor tanımlanabilir, hayatla meselesi olan, arayış halinde, tüketmekten ziyade okuduğu metinle etkileşim halinde olan, o metni okuyarak yeniden üreten kişidir. Eğer yapılan üretimlerde ve eleştiride, okur yerine yayıncı, yazar kollanırsa, edebiyatın düzeyi inişe geçer. Eleştirmen, okuru yani o ‘ideal okur’u düşünerek yazarı eleştirir. Üstelik sadece tek taraflı değildir. Okur nezdinde değeri anlaşılamamış bir yazarı da ‘okur’a karşı savunur, ‘okur’a açıklamalarda bulunur, o yazarın değerinin gün yüzüne çıkmasına yardımcı olur, iyi edebiyat yapmayı teşvik ederek edebiyatın çıtasını yükseltir. Bugün eleştirmenler ve eleştiriler ciddiye alınmıyor deniliyor. Neden ciddiye alınsınlar ki? Nasıl ki, bazı felsefecilerimiz günümüz çağdaş eleştirel teorilerden habersizse, eleştirmenlerimizin çoğu da günümüz edebiyat dünyasından o denli habersiz. Yetmiş yaşlarında bir yazarla sohbet ediyorduk, bana ‘ben şiirde 60’lı yıllarda kaldım. Günümüz şiirini anlamıyorum’ demişti. Sohbetimiz sırasında dürüstlükle, yeniliklerin onu ve yazdıklarını değersizleştireceğinden, kendisini yeni duruma adapte edemeyip boşluğa düşeceğinden korktuğunu söylemişti. Onun için şiir, felsefe, siyaset 60’larda kalmalıydı. Bugün pek çok yazar, şair, siyasetçi, felsefeci, bu korkuyla yaşıyor. Kendi konumlarını kaybetmekten ölesiye korkuyorlar. Sadece kendilerinin kopyası olacak gençlere fırsat tanımak istiyorlar.” Birden telaşla çalan çağrı cihazına bakıyor. “Gitmem gerek. Yeni bir roman çıkmış.” “Size son bir soru sormak isterdim. Neden var değilsiniz?” Soruma cevap olabilecek bir gülümsemeyle baktı yüzüme.

Bülent Usta (Birgün, 21 Mart 2007)

0 yorum: