Yarım kalmış hayatlar ve romanlar

Posted: 23 Mayıs 2008 Cuma by bülent usta in
0

Yosun uğradı bu sabah. Elinde İsmet Kür'ün "Onuncu Sigara" adlı romanı... Daha önceki "Karşılaşmalar"dan birisinde ("Hayat, Memat, Edebiyat" adlı yazımda) bu roman hakkında yazmış ve baskısı olmayan bu kitap umarım basılır diye içimden geçirmiştim. Halbuki ben o yazıyı yazarken Everest Yayınları kitabı yayına hazır-lıyormuş bile. Yosun (romanın kahramanı) bu kitabın basılmasının benim sayemde olduğunu düşünüyor, ama yanılıyor.

Zaten Everest Yayınları, İsmet Kür'ün bütün yapıtlarını teker teker yayımlıyordu ve sıra "Onuncu Sigara"ya gelmişti. "Başka bir yazında Selçuk Baran'ın kitaplarının da yeniden basılmasını istemiştin. Bence onları da yakında yayımlarlar." Yosun, yosun gözlü bir kız... Üstelik sadece bir tane Yosun da yok.

"Beni okuduğun zamanı hatırlıyor musun?" "Evet. Edebiyat Fakültesi'nde öğrenciydim. 1995 ya da 1996'dıydı sanırım. Ca-ğaloğlu'nda bir duvar dibinde yüzde elli indirimle satılıyordu 'Onuncu Sigara'. Eve dönerken otobüste başlamıştım okumaya. Pekçok yönden kendimi sana yakın hissetmiştim okurken." "Ne gibi? Ben kadınım, sense erkek." "Bu roman, 12 Eylül'e ve yaptıklarına içeriden bakan bir roman Yosun.

12 Eylül'ü çoğunlukla siyasetçilerden filan dinledik. Onlar da rakamlarla, belli başlı olaylarla, kendi durdukları yerden yaptıkları yorumlarla aktardılar hep. Halbuki 12 Eylül'ü çıplak bir biçimde anlatmak gerekiyor. Anlatınca, aslında 12 Eylül'ün durmadığını, zehirli bir kan gibi toplumun ve devletin damarlarında dolaştığını, 12 Eylül'den doğan her şeyin bu yüzden sakat olduğunu daha iyi görebiliyor insan." "12 Eylül'le ilgili başka romanlar, şiirler, öyküler de var. Böyle bir külliyatın olmadığını söyleyemezsin herhalde." "Elbette var. Hatta sadece 12 Eylül'ü bunalım edebiyatı olarak yazan ve ünlü olan yazarlar da var. Ama onlarınkisi, 12 Eylül'ü, 2. Dünya Savaşı'nın edebiyattaki klişeleşmiş örneklerine benzetmekten ibaret.

Bu sorunu bir geçim kaynağı haline getirerek bir tür yozlaştırma faaliyeti sürdürdükleri bile söylenebilir. Ve bunu öylesine yoğun ve klişeleştirerek yaptılar (ya da yapıyorlar) ki, artık daha o kitapların kapaklarını görür görmez bile insanın neredeyse kusacağı geliyor. Yapış yapış duygusallık, her şeyin abartılı güzellikte ve çirkinlikte olduğu bir dünya, Varoluşçu filozof ve edebiyatçılardan çalınarak süslenmiş diyaloglar ve hiçbir amacı ya da fikri olmayan bitmek bilmeyen sorgulamalar...

Bu tür yapıtlar, benim bahsettiğim samimiyeti ve çıplaklığı vermiyor. Hatta 12 Eylül'ü deprem ya da sel gibi doğal bir felaket olarak gösterip, bu felakete hayran hayran bakarak estetize etmeye çalıştıkları bile söylenebilir." Ben konuşurken, Yosun pencereden dışarıya bakıyordu.

Romandaki işkence sahneleri aklıma geldi. Şu an iki tane Yosun olabilirdi bu odada. "Ben de senin gibi romanlarımı yarım bırakıyordum Yosun. Hatta çoğunu yırtıp attım. Sanki hem bir yere varmak istiyor ve durmaksızın oraya varmak için yazıyor, hem de varmak istediğim o yerden ölesiye korkuyor, yazdıklarımı yırtarak gerisin geriye kaçıyordum. Ama bir sayfayı yırtıp atmak kadar kolay kurtulamıyor insan yaşadıklarından." "Benimle ilk defa romanın sayfalarında konuştuğundan beri, bakıyorum epey değişmişsin." "Hani romanda annene 'O kadar istiyorum ki sizi memnun etmeyi...

N'apayım ki bir türlü elimden gelmiyor' demiştin ya, işte yaşadığın o çaresizlik duygusunu boyun eğmeden kabullenerek bir çıkış yolu aradım hep. 0 kahredici çaresizlik duygusuyla yaşamayı öğrenmek gerekiyor. Bir anda her şeyi değiştiremiyorsun. Büyük şeyleri dönüştürecek gücü, küçük küçük şeyleri biriktirerek topluyorsun. Romanda yaşaman için seninle mücadele etmemin nedeni de buydu.

Ama bazen insanların bir şeyleri anlaması, ancak sevdikleri şeyin yok oluşuyla mümkün olabiliyor yazık ki." Bu son cümleyi biraz istemeye istemeye söylemiştim. Aslında kızgındım ona, kendisini balkondan bırakıp uçtuğu için. "Bazı zamanlar, bana sürekli nasihat eden diğer Yosun'a benziyorsun. Böyle zamanlarda sana kızıyorum. Söylediklerini ben de biliyorum, ama yapamıyorum. Bazen bir şeyi bilir, ama yapamazsın. Bilmek, her zaman yapmayı getirmiyor peşinden. Her şeyi denemediğimi mi sanıyorsun." "Bugün eşim Çağlar'ın doğum günü Yosun. Birlikte küçük küçük şeyler biriktirerek kocaman bir hayat kurmaya çalışıyoruz." Ben böyle söyleyince Yosun'un gözleri doldu bir an. Aklı babasıyla Zerrişte'nin aşkına gitmişti belki de. Aşka dair bir umutsuzluğu da yaşamıştı romanda. Babasının aslında Zerrişte'yi değil de parayı ve makamı sevdiğini görmüştü. "Sen, eşini hep sev ve bencillik etme, tamam mı" dedi. Romanlarımız hakkında konuşmaya başladık sonra. Birazdan balkondan uçup gidecekti onuncu sigarasını söndürmeden kül tablasına bırakarak...

Ben de Sel Yayınları'ndan çıkan Unamonu'nun romanındaki satranç ustası Don Sandalio'yla buluşacaktım bir satranç karşılaşması için. Hayat, yaşayanlar için de, ölüler için de sürüp gidiyordu işte. Bir de doğum günümüz var...

Bülent Usta (1 Ağustos 2007)

0 yorum: