DUYULMAYAN SESLER

Posted: 2 Ocak 2009 Cuma by bülent usta in
0

Encore Yayıncılık, bildiğiniz gibi peş peşe Slavoj Zizek’in kitaplarını yayımlıyor. Kitaplar arasında, sinemayla ilgili olduğu için, “David Lynch Ya Da Gülünç Yücenin Sanatı” ile “Kieslowski Ya Da Maddeci Teoloji” daha çok ilgimi çekti. Zizek, bildiğiniz gibi popüler bir isim. Hatta felsefenin bir tür süperstar’ı… Onu, her an Hollywood ünlülerinin çıktığı bir televizyon programında kitaplarını ya da düşüncelerini pazarlarken de bulabilirsiniz, Brezilya’da bir üniversitede devrimci gençlerle kafa kafaya verip sosyalizmi tartışırken de… Onu ya çok sever ve bir Zizekçi olursunuz, ya da ondan nefret eder ve bir şarlatan olduğuna inanırsınız. Ya da benim gibi, onu hayranlık ya da nefret gibi duygular yaşamadan da okuyabilirsiniz belki. Çünkü Zizek, Deleuze ya da Foucault gibi, tutarlı ve derin bir entelektüel yapı sunmaz. Hatta tek bir kitabının içinde bile sürekli makas değiştirdiğine, kendi retoriğinin içinde kaybolduğuna bile kolayca tanık olabilirsiniz. Çünkü Zizek, günümüzde felsefecilerin, soru sormak ya da sorulara yanıt bulmaktan daha çok eleştiren-özne işlevi gördüğünü iddia eder. Ama Zizek’in eleştiren-özne olarak, kendi deneyim, gözlem ve bilgi birikimini okuduğu metin ya da izlediği bir filmde aramakla yetindiğini, Lacan’cı terminolojiyi kullanarak kendi yaratıcılığını tutarlı olma kaygısı duymadan kullandığını görürüz.

Bu söylediklerim Zizek’i elbette değersiz yapmaz. Özellikle gençlerin ilgisini çeken Zizek, bir anlamda felsefenin popülerleşmesi ve geniş kesimler için kapalı olan alanların açılmasını da sağlıyor. Kendisi için yapılan belgeselde, ünlü bir televizyon şovundaki konuşmasını izlemiştim: “Bu kitap, babaannenizin bile Lacan’ı anlamasını sağlayacak” diyordu örneğin. Ki Lacan, yazdıklarının başka bir dile çevrilmesi zor olduğu için Türkçeleştirilememiş, Saffet Murat Tura gibi isimler aracılığıyla dolaylı yoldan okuyup öğrendiğimiz bir düşünür nihayetinde. “Siyahî” dergisinin ikinci sayısında Andrew Robinson ve Simon Tormey’in “Zizek Bir Radikal Değildir” adlı yazısı, Zizek’in gerçekte nerede durduğunu çok iyi gösteren bir yazı. Zaten siyasi duruşundan daha çok, tavizsiz duruşu, bozguncu ve disiplinlerarası eleştirel yöntemiyle ilgimi çektiğini söylemeliyim.

Zizek’in, sinemacı David Lynch’le ilgili kitabı “Gülünç Yücenin Sanatı”nın sonlarında Lynch’in muhteşem bir filmi olan “Eraserhead”den (Silgi Kafa) bahsediyor. Film, gösterime girdiği zaman bir söylenti yayılır: Güya, filmin ses kaydındaki aşırı-düşük frekanstan bir vızıltı seyircinin bilinçaltını etkilenmektedir. Bu ses, huzursuzluk, bulantı gibi etkilere sebep olur insanlarda. Zizek’e göre, “bu sesin konumu gerçek-olanaksızdır: o temel fantezinin Öteki Sahasında dile getirildiği için öznenin duyamadığı sestir –ve Lynch’in bütün yapıtı da izleyiciyi ‘duyulmayan sesleri duyma noktasına’ getirmeye ve böylece temel fantezinin komik dehşetiyle yüzleşmeye yönelik bir çaba”dır. Ben, izlediğim tüm Lynch filmlerinde benzer bir şey yaşamışımdır. Bilinçaltıma ve bilinçdışıma yolculuklar yaparken, gerçekte var olmayan o seslerin aslında ne kadar yakınımızda olduğuna tanık olarak şaşkınlığa düşmüşümdür sıklıkla. Sanat, daha iyi duymamıza ve daha net görmemize yaramaz sadece, başka sesleri duymamıza ve başka şeyleri görmemize de yarar ve o duyduğumuz ya da gördüğümüz şeyler, çoğunlukla dışımızda olan şeyler de değildir.

Televizyonların haber bültenlerini ya da reklam filmlerini izlerken de benzer bir vızıltı duyduyduğum olur sıklıkla. “Tüket! Tüket!”, “Öldür! Öldür!” gibi sesler çınlayıp durur kulaklarımda. Bir tür programlama aletine benziyor televizyon, bu şekilde bakınca. Sizi bir partiye oy vermeye, bir ürünü almaya karar verdiren, neyi arzulayacağınızı ve nasıl düşüneceğinizi programlayan bir alet… Sinemanın da bu tür örnekleri var. Özellikle yerli sinemamızda, tv dizisi yazarlarının ve reklamcılarının boy gösterdiğini düşünürsek… Yani zihnimizi dolduran bu duyulmayan sesler, kendimize ve hayata dair asıl duymamız gerekenleri de bastırabiliyor, Lynch’in yaptığı şeyin tam tersine…



2009 DARWIN YILI

Bildiğiniz gibi, sayılı günlerin kaldığı 2009, “Darwin Yılı” olarak kutlanacak. “Türlerin Kökeni”nin yayımlanışından bu yana 150 yıl geçmiş. Yayımlandığı yıllarda, bilim dünyasını sarsan, hatta bilimi ve düşünce sistemlerini birçok yönden yeniden şekillendiren bir kitabın bu ilgiyi hak etmesi oldukça anlamlı.

Darwin’in “Evrim Kuramı”nın asıl önemi, bilim ve dinin doğrudan karşı karşıya geldiği ve aralarındaki iktidar mücadelesinin en çıplak bir biçimde yaşandığı yer olması. Çünkü bilimin önce teknolojik açıdan burjuva sınıfının yükselişine yardım etmesiyle birlikte, ruhban sınıfı ile bilim adamları arasında büyük bir iktidar savaşı başlamıştı ve o savaş, bugün de farklı biçimlerde sürmeye devam ediyor. Harun Yahya takma adıyla yazılmış Darwin karşıtı yüz binlerce kitabın bedava dağıtılmasının altında da bu yatıyor. Hal böyle olunca, Türkiye’de Darwin ve “Evrim Kuramı”nın önemi daha bir artıyor. Insanı kendisine merkez alan ve diğer tüm canlıları ve doğayı insanın hizmetine sunan insan-merkezci dinlere karşı, Darwin, insanı bilimsel olarak hayvan dizgesine sokarak, onu o kutsal yerinden indirmiştir. Ama öylesine güçlü dayanakları olan bir kuramdır ki Darwin’in ortaya attığı, bazı kiliseler “Evrim Kuramı”yla uzlaşmaya bile gitmiş, hatta yine bazıları, kitleler üzerindeki inandırıcılıklarını yitirmemek için kabul etmişlerdir evrim gerçeğini.

Bugünlerde, 2009 yılının Darwin Yılı olması münasebetiyle, YKY, içinde bol bol görsel malzemelerin de bulunduğu Patrick Tort’un “Darwin ve Evrim Bilimi” adlı kitabını yayımladı. Darwin’i genel hatlarıyla anlatan ve ona yönelik haksız eleştiri ve suçlamalara, yanlış yorumlamalara kısa ve doyurucu cevaplar veren ve Darwin’in sadece “Evrim Kuramı”yla değil, başka yönlerden de bilimi, sanatı, felsefeyi derinden etkilediğini gösteren bir kitap.

Kitapta Darwin’in ırkçılıkla ilgili görüşünü şöyle yorumlamış Tort: “Irkçılığın ilkel düzeyi, dar bir grupta sempati eksikliğinden ileri gelen evrimleşmemiş (etnosantrik) bir tutumdur. Uygarlarda ırkçılığın dışavurumunu Darwin çok mantıklı bir biçimde atalardan kalma bir tutumun hortlaması, bir geri dönüş” olarak yorumlamıştır. Darwin’e göre zulüm gibi ırkçılık da uygarlığın karşıtıdır.

İnsanların kökenlerini araştırarak ırkçılık yapanlara duyurulur…

Bülent Usta (Birgün, 24 Aralık 2008)

0 yorum: