Sözü Hastalıktan Kurtarmak

Posted: 8 Ocak 2009 Perşembe by bülent usta in
0

Liseye başladığım günlerde, Filistinli çocuklar için politik şiirler yazdığımı hatırlıyorum. Edebiyat öğretmenim, bir keresinde bu şiirimlerimden birisini sınıfa okumuş, ben de yaşadığım küçük bir sahil kasabasından şiirim aracılığıyla Filistinli kardeşlerimle dayanışma içinde olduğumu hissetmiştim. Şimdi şiirini yazdığım çocukların bir kısmı büyüdü benim gibi, bir kısmı da muhtemelen ya canlı bomba oldu ya da...

Kendimi çocukken Filistinliymiş gibi hissederdim. Sadece Filistinli de değil, Vietnamlı gibi de… Filistinliydim ama, Yahudilerden değil, İsrail’in politikalarından nefret ederdim. Vietnamlıydım ama, Amerikalılardan değil, ABD’nin savaş yanlısı politikalarından nefret ederdim. Filistinlilerle yaşadığım duygudaşlık, onlarla aynı dinden olmamla da ilgili değildi. Eğer İsrail’de yaşayan Yahudiler, Filistinlilerin konumunda olsaydı, benim için durum değişmez, Yahudi gibi hissederdim kendimi. Ki Nazilerin zulmü karşısında, vicdanı olan herkes kendisini biraz Yahudi gibi hissetmemiş midir? Hitler’e hak veren, hem de okumuş etmiş kimselerle karşılaşmak, aslında bugün daha olası bir şey haline gelse de…

Uzun zamandır birileri “din kardeşlerimiz zulüm görüyor” sloganı atıyor. Aynı mantıkla üretilen “soydaşlarımız zulüm görüyor” sloganını çağrıştırıyor bu bana. Zulüm görenin kim olduğunun bir önemi var mı? Herkesin kendisine şunu sorması gerek: “Eğer Gazze’de yaşayanlar Maritsu dininden olsaydı, aynı tepkiyi verir miydim?” Verirdim diyenler çoğaldıkça, yarınlardan umutlu bir biçimde bahsedebiliriz. Yoksa, kin tohumlarının ekildiği karanlık bir gelecek bekleyecek bizi. Sadece Yahudi bir toplumun içine doğduğu için suçlanan çocukların, sadece Müslüman bir toplumda dünyaya gözünü açtığı için, tarih boyunca birikmiş kini ve öfkeyi sırtlanan çocukların şekillendirdiği bir gelecek…

Aslında, tüm bu sorunların kaynağı, herkesin hoşgörüden bahsettiği bir çağda, hoşgörüsüzlüğün zehirli bir şey gibi dünyanın damarlarında dolaşarak sözleri, söylemleri boğmasında aranmalı. Sözleri söyleyenlerin, çoğaltanların, sadece kendi sözlerini ciddiye alarak, öteki’ye ait söylemi salt bir tehlike olarak değerlendirip bastırmaya çalışması, yaygın bir tutum olarak yaşamın her alanında karşımıza çıkabiliyor. Bu anlamda örneğin, “özür diliyoruz” kampanyası, hoşgörüye sahip çıkmak açısından önemli bir işlevi yerine getirdi bence. Hoşgörüye sahip çıkan böyle bir kültürün, devlet dilinin siyasal dilin yerine geçtiği günümüzde hâkim kılınması şart.

“Din kardeşlerimiz” ya da “soydaşlarımız”a yapılan zulmü görüp, Darfur’u görmeyen bir zihniyetin yaygınlaştırdığı söz, gerçekte sözün reddinden başka bir anlam taşımaz. Ve tam olarak devleti yöneten ya da yönetmeye talip olanın sözü araçsallaştırarak öldürmesi dışında, başka bir anlama da gelmez? Din kardeşliğini ya da soydaşlığı yüceltenlerin hoşgörüden bahsetmesi, zaten kendi içinde bir çelişkiyi barındırmaz mı?

Italo Calvino’nun YKY’den çıkan Yeni Bir Sayfa adlı denemelerinin bulunduğu kitapta, tam da bu meseleye denk gelen ve hoşgörünün öneminden bahseden bir metin var. 1977 yılında yazdığı bu metin üzerinde düşünmek, dünyayı cesetleşmekten kurtarmak isteyenlere yol gösterici olabilir. Şöyle diyor Calvino: “Günümüzde hoşgörüsüzlük, bildiğim çok sayıdaki olaydan bir sonuca varmam gerekirse, öteki söylemleri dışlayan belirli bir söylemin dayatılması şeklinde değil, daha çok, her tür söylemin reddi şeklinde, kendi içinde söylemin alaya alınması şeklinde kendini gösteriyor. Sonuçta, örtük olarak öngörülen, sessiz değil, iletişimsiz bir dünya olsa gerek: Kendini zaman zaman bireysel ve toplu saldırgan çıkışlar, zaman zaman gerilimdeki düşüşler aracılığıyla dile getiren bir dünya. Aslında sözün ciddi bir hastalığa tutulduğu, uzun bir süredir açıkça ortadaydı; sözgelimi, siyasal dilde bir yoksullaşma, anlamların silikleşmesi ve silinmesi olgusu yaşandı. Bugün sözün reddi, artık başkalarını dinlemek istememe, bence bir ölüm arzusunun göstergesidir. Dışarıdan hiçbir şeyin bize erişemeyeceği; öteki’nin, ulaştığımıza inandığımız tamamlanmamışlık halini sürekli olarak bozmak üzere araya girmediği durumu hedef edinmek, ölülerin durumunu kıskanmak demektir. Hoşgörüsüzlük, dışımızda olanın, içimizde olduğuna inandığımız şeye eşit olmasını, yani dünyanın cesetleşmesini dilemektir. Bazı durumlarda hoşgörüsüz kişi öldürücüdür; her durumda kendisi bir ölüdür.”

Dünyayı cesetleşmekten kurtarmak için, sözü hastalıktan kurtarmaya çalışmakla başlamalı işe… Çünkü dünya, kötü yönetiliyor! Çokuluslu şirketlerin güdümünde, irili ufaklı, süper ya da bağımlı yüzlerce devletin yönetemediği bir dünyada, daha pek çok Gazze dramı yaşayacağımız malum. Devletler, yönetmek için değil, birilerinin çıkarlarını korumak ve o çıkarlar uğruna savaşmak için var. Dünya’nın, nükleer silahlara sahip devletlerin insafına bırakılamayacak kadar değerli olduğunu anlayana kadar da, gerçek bir barıştan ve güzel günlerden bahsetmek imkânsız.

Gazze’de sadece çocuklar değil, söz de ölüyor!

Büent Usta (Birgün, 07 Ocak 2009)

0 yorum: