Bisiklet ve limonata

Posted: 6 Ağustos 2017 Pazar by bülent usta in
0

Bisikletimle Bostancı sahilinden şehrin içlerine doğru direksiyonumu kırdığımda bir planım yoktu. Bir süredir başıboş biriydim, aylaklık iyi gelmişti, yetiştirecek bir işim yoktu. Otoyol öfkeli bir yerdi, sürücülerde tahammül hiç yoktu. Araçlar ne kadar çoğalıyorsa öfke de büyüyordu. Sahile dönmem akıllıca olurdu ama bendeki akıl geri dönmeme yetmedi, bastım pedallara...

Neresi tam bilmiyorum, gökdelenlerin olduğu bir yokuştaydım, hava çok sıcaktı ve küçük bir bahçesi olan pastane gördüm, mola verip bir bardak limonata içebilirdim. Pastanede benden başka hiç müşteri yoktu, ihtiyar bir adam tezgâhın arkasında bir şeylerle uğraşıyordu. Yoldan vızır vızır otomobiller geçiyordu. Kimsenin uğradığı, uğrayabileceği bir yer değildi sanki, yüz yıl evvel de buradaymış da gökdelenlerin arasında unutulmuş gibiydi. İhtiyar adam, tek müşteri olmama rağmen varlığımı umursamamıştı. Limonata istediğimi söyleyince, yüzünde yorgun bir gülümsemeyle koca bir bardağa buz gibi limonatayı doldurup getirdi. Sohbet başlatma amacıyla, “Hava çok sıcak” dedim, gülümsemekle yetindi sadece, konuşmaya niyeti yoktu. “İşler nasıl?” diye sordum bu defa. “Terk edilmiş bir ülke burası” demekle yetindi. Ne demek istemişti “terk edilmiş” diyerek? Kendisine de limonata doldurup karşıma oturunca anlattı: “Karşılıklı bir korku var. İktidar giderse başlarına geleceklerden korkanlarla, iktidardan korkanlar. Bir de sadece ekmeğinin peşinde olanların korkusu var ki, onlar belirleyecek gidişatı.” Gökdelenleri göstererek, “Ama bunları ne yapacağız bilmiyorum” dedi. Pastanenin bahçesinden yükselen gökdelenlere bakıp sustuk bir süre. Sanki ilk defa gökdelen görüyormuş gibi uzun uzun inceledik, şehri işgal etmiş devasa uzaylı gemilerine benziyorlardı.

Limonatımı bitirip kalktım, cebimde para bulamadım, “Sonra verirsin” dedi. İkimiz de biliyorduk aslında, bir daha buraya gelmemin pek mümkün olmadığını. Ben de çantamdaki Ali Smith’in öykü kitabını uzattım, “Okursun belki, sonra alırım” dedim.

Gökdelenlerin arasında ilerlerken, gözüm sürekli yukarılardaydı, bir hayat belirtisi aradım, yoktu, tuhaf, şekilsiz bir yalnızlık hissi veriyordu binalara çarpan rüzgârın uğultusu. Bisikletle ilerledikçe bir sanayi bölgesinde buldum kendimi. Hafta sonu olduğu için ortalıkta kimse yoktu. İstanbul’un sadece eski semtlerini biliyordum, bu uçsuz bucaksızlık ürkütücü gelmişti. İhtiyar pastanecinin söylediği “Terk edilmiş bir ülke burası” sözünü düşünüyordum bir yandan. Tam o sırada sen aradın, telefonu cebimden çıkarmaya çalışırken bisikletin dengesi bozuldu ve karşıdan gelen bir hafriyat kamyonuyla karşı karşıya geldim. Kamyon, kulağımı sağır edecesine kornaya basarak hızla geçip gitti yanımdan. Ali Smith’in daha yeni okuduğum ‘Tez Olmak’ öyküsündeki ölümle karşılaşma ânı geldi aklıma. Gülümseyen, yakışıklı biri olarak tarif etmişti ölümü. Takım elbiseli, orta yaşlı, saçı seyrelmekte olan biri… Benimkisi neye benziyordu? Üstü başı toz içinde bir inşaat işçisi mi? Neden bilmiyorum, David Lynch’in yeni sezonunu çekmeye başladığı ‘Twin Peaks’ dizisindeki Chrysta Bell’in canlandırdığı FBI ajanı canlandı gözümde. Sonra ‘Pulp Fiction’daki Uma Thurman… Ölümü erkek olarak hayal edemiyordum. Belki de o ihtiyar pastaneciydi ölüm, soğuk limonata ikram eden biri. Sonra nedense ölümü Marguerite Duras’a benzettim. Denemelerinden birisinde, 1987’de gökyüzünden kayan bir yıldızı izlerken, o yıldızın gerçekte yüz yetmiş dört milyon önce yok olduğunu düşünerek şöyle yazmıştı: “Ölüm aynı zamanda işte o şimdiki andır, bu ânı bilemeyeceğimiz düşüncesidir.” Günümüz insanının ölümle yüzleşmekten kaçındığına dair okuduklarım mı, beni sürekli bu konuda düşünmeye teşvik ediyordu?

Durduğum yer, boş bir mağazanın önüydü, vitrindeki yansımama bakarken Ali Smith’in öyküsündeki bir cümleyi hatırladım: “Camdaki yansımama baktım ve içimde, arkamda karanlık diyar vardı. Sondu bu, gidebileceğim kadar gitmiştim.” Karanlık bir diyarda bisiklet yolculuğu… Gidebileceğim kadar gitmemiştim daha, yolculuğum yeni başlamıştı.

Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 26 Temmuz 2017)

0 yorum: