Cehalet tutkusu
Posted: 6 Ocak 2019 Pazar by bülent usta in
0
Michel Tournier, yeni çıkan “Dışsal Günlük” adlı
kitabında, “Bir halkın fakirliği kutlamalarının ihtişamıyla ölçülür. Tersine,
hayat standartlarının giderek artması kutlamaların giderek azalmasını
getiriyor” diye yazmış.
Fantezi düzeyinde kendini tümgüçlü hisseden biri, gerçekte
güçsüzlüğünü gizlemeye çalışıyordur. Ne kadar güçsüzleşirse, fantezisinde o
kadar güçlü… Fantezilerde yaşayan biri, sık sık bölme savunma mekanizmasına
başvurur, her şey gözüne siyah ve beyaz görünür, insanlar ya çok kötüdür, ya da
çok iyi, içindeki kötülüğü ve korkuyu ötekileştirdiği kişilere yansıtarak
rahatlamaya çalışır; ama bu yolla rahatlamak mümkün değildir, dağıldıkça
dağılır… Sadece iktidar değil, muhalifler de başvuruyor bu bölme mekanizmasına.
“Post-truth” diye tanımlanan hâkim siyasi kültürün tehlikeli bir sonucu…
Winnicott, fantezi, hayal ve rüya arasındaki farkı, “Oyun
ve Gerçeklik” kitabında anlatırken, hayal kurmanın tersine fantezinin nasıl
yıkıcı olabileceğine işaret eder. Fantezi gerçekliğe karşıdır, gerçekliği
inkâra dayanır, yüzeyseldir… Hayal kurmak ise, gerçekliğe yaratıcı bir biçimde
katılmaktır, gerçekliğe boyun eğmeden uzlaşarak değiştirmeye çalışır. “Hayal
gücü iktidara” sloganını getiriyor akla…
Fantezi, hakikati bilmeme arzusuyla ilgili biraz da…
Lacan’a göre, psikanalizde hasta şikâyetlerinin nedenlerini gerçekte bilmek
istemez, tam tersini dile getirse de. Bu bilmeme tutkusu, Lacan’ın tabiriyle
“cehalete tutku”, aşktan ve nefretten daha büyük bir tutkudur. Analist,
analizanın nevrotik mekanizmalarını, semptomlarının niçin ve neden oldukları
hakkında zamanından önce yorum yaparsa, karşılacağı dirençle analiz sona
erebilir. Gerçekte kendisine zarar veren fantezide yaşamanın doyumsuz doyumundan
mahrum kalmaktan korkmak, post-truth siyasi kültürle ve popülizmle örtüşen bir
açmaz.
Hakikat üzerine en çok düşünen ve yazanlardan
Foucault’nun, hakikati içimizde mi, yoksa dışımızda mı aramamız gerektiğine
dair sözleri başka kapılar aralasa da, günümüzde daha çok içsel bir mesele
hâline geldiğini görüyoruz. Bireysel hakikatlerin peşinde koşmak, toplumsal hakikatlere
göre daha az tehlike barındırıyor belki, ama eksik... Her şeyden önce,
hakikatin ne olduğu, nasıl kurulduğu, hangi toplumsal-tarihsel ihtiyaçlara göre
şekillendiği önemli. Post-truth siyasi kültür, kendi kendine ortaya çıkmadı. Dayatılmış
kimliklere karşı direnebilmek, aşktan ve nefretten daha güçlü olan “cehalet
tutkusu”nu yenebildiğimiz sürece mümkün.
Michel Tournier, günlüğüne şöyle yazmış: “İsteyelim
istemeyelim, hayat hiçbir istemli dahlimizin de olmadığı bir ‘dönemler’
silsilesi. Ardı ardına bir dönem bitiyor ve bir başkası başlıyor. Bir sayfa
çevriliyor. Bir yakının ölümü, kötü bir hastalık, meslek değişimi, taşınma,
ayrılık vb. Genellikle ‘çevrilen sayfa’nın ve değişen atmosferin epey bir süre
sonra farkına varılıyor.”
Sayfalar, o kadar hızlı çevriliyor ki artık, farkına
varamadığımız hakikatler çoğalıyor sanıyoruz; ama sayfaların çoğunda hep aynı
şeyler yazılı, görmekten kaçındığımız.
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 31 Ocak 2018)