İçimdeki ses
Posted: 7 Ocak 2019 Pazartesi by bülent usta in
0
İçimdeki ses, ne zaman hayal kursam, kurduğum hayalleri
gerçeklik testine tabi tutar. “Dur biraz, acele etme, dereyi gör, sonra
paçaları sıvarsın.” İçimdeki ses, bu ülkede her şeyin, güçlülüğün ve
güçsüzlüğün, umudun ve umutsuzluğun sürekli olarak abartılı bir biçimde
yaşandığı yönünde uyarır beni. Ne sanıldığı kadar kötü durumdayızdır, ne de sanıldığı
kadar iyi…
Selahattin Hilav’ın “Entelektüeller ve Eylem” kitabında
vardı, Nerval’in Doğu toplumları için yaptığı tespitler. Nerval’e göre, Doğu
toplumlarında insanlar “her zaman kuvvetli ve geçici izlenimlerin etkisinde”
kalıyordu; güç karşısında boyun eğmeye yatkın oluşları ve kuşkulanmayıp her
şeye kolayca inanmaları, her şeyi mümkün kılıyordu. Popülist politikalar, belki
de bu yüzden kolayca taraftar buluyor bu topraklarda. Ama Nerval’in
tespitindeki “her şey” sözcüğü mühim, sadece kötü şeyleri kapsamıyor her şey.
İçimdeki ses, bu aralar konuşkan. Seçimler yaklaştıkça,
kaygıdan olsa gerek konuşkanlığı iyice arttı. Okuduğum kitaplara da karışıyor
sık sık. YKY’den yeni çıkan Rachel Cusk’ın “Geçiş” adlı romanını okurken, edebiyatta
aşırılıktan bahsedilen bölüm ilgisini çekmişti. Londra’daki bir edebiyat
festivalinde Julian, kendi yazarlık serüvenini anlatırken kedisi Mino ile bir
kuş arasında geçen bir hikâyeden bahsediyordu. Mino, kuşu toprağa mıhlamışken,
kuşun güçsüzce kanat çırpışını izleyen yazarın hissettiği ilk şey suçluluk
duygusuydu, çünkü kendi kedisi bunu yapmaktaydı, sonrasında ise “sorumluluk
duygusu” belirmişti, kuşu kurtarmak için müdahale etme ihtiyacı duyuran. Yazar,
dış dünyada kedisi Mino’yla, iç dünyasında ise yaralı kuşla özdeşleştiğini fark
etmişti. İçimdeki ses, “Ne yaman çelişki” diye ara girmişti hemen, “Zavallı iç
dünyamız… Kendi kendimizin avcısı olmak…”
Julian, sorumluluk duygusunun, dış dünyasıyla iç dünyasının
çatışmasından kaynaklandığını düşünüyordu: “Bir yanının Mino’dan nefret etmesi
gerekiyordu, ancak Mino onun bir parçasıydı. Kuşun kurtulmasını izlemek, ona
gerçekliğin gelişigüzelliğini ve acımasızlığını hatırlatmıştı.” Julian, tanık
olduğu bu sahne ile, aslında kendi içindeki kuşa, tıpkı Mino’nun yaptığı gibi
yıllar içinde sürekli güç gösterisinde bulunduğunu fark etmiş, “vahşi olması
gerekirken kapana kısılı vaziyette durmakta olan, çılgına dönmüş bir varlığı,
en zayıf noktası özgürlüğünü kaybetmek olan bir varlığı içinde hissetmişti.”
Fernando Pessoa, “Huzursuzluğun Kitabı”nda, “Ruhum
boşluğun etrafında dolanıp duran uçsuz bucaksız bir baş dönmesi” derken, o kuştan
mı bahsediyordu, boşlukta, boşluğun girdabında uçan bir kuş? “Benlik Pratikleri”nde
Raud ve Bauman, Pessoa’nın iç ve dış dünyayı birbirinden öyle kolay
ayrılamayacağını gösterdiğini söylüyorlardı. “Etrafımızı saran her şey bizim
bir parçamız haline gelir, etin ve hayatın algılarına sızar” diyordu Pessoa.
Sennette ise, “En güçlü kimliğe, ona sahip olduğunu fark etmediğin zaman
sahipsindir; sadece o kimliksindir. Yani kendinin en az farkında olduğun zaman
vakit, en çok kendin olduğun vakittir” diye yazmıştı. Mino ve o kuş için, iç ve
dış dünya ayrımı yoktu, bütünüyle kendileriydiler; ama Julian, iç ve dış
dünyasının çatışmasını yaşıyordu, hem Mino, hem o kuş, hem de onları gözleyen
kişi olarak.
İç sesim, neden beni seçimleri düşünürken buraya doğru
sürükledi, iç ve dış dünya ayrımına? Bana anlatmak istediği neydi? Toprağa
mıhlanmış o küçük kuş için sorumluluk duymayacak olanlara dair bir şey mi
söylemek istiyordu? Seçim vaatlerinde bulunan adayları, Raud’un dediği gibi, iç
dünyamızda beliren resimler aracılığıyla dinlediğimiz için mi, hakikatte
uzlaşılamıyordu? Bir Batılıyı ya da Doğuluyu, iç dünyasındaki resimler mi birbirinden
ayırıyordu? O güçlü kimlik yanılsaması, kuşun mıhlandığı yerden kaçamaması
mıydı? O kuşu, yeniden havalandıracak olan neydi? Sorumluluk duygusuyla bir
müdahale… Kendine, yaşadığın topluma ve diğer canlılara karşı sorumlu
hissetmek, iç dünyayla dış dünya arasındaki diyalogla ancak mümkün olabilirdi.
Şimdi benim iç sesimle birlikte düşünmem gibi.
Deniz ve kokusu benim bir parçam, onlarla düşünüyorum,
onlar gibi…
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 23 Mayıs 2018)