KANLI GÖMLEKLER

Posted: 3 Şubat 2010 Çarşamba by bülent usta in
0

Abdi İpekçi’nin kızı Nükhet İpekçi’nin, babasının kanlı gömleğine sarılarak televizyonda yaptığı konuşmayı dinlediniz mi? Can Dündar’ın NTV’deki programına konuk olmuştu ve orada babasının öldürüldüğünde görevde olan İç İşleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş de vardı. Dinlemediyseniz, bir yerlerden bulup dinleyin derim. Nükhet İpekçi’nin gözlerindeki o acıyı ve çaresizliği görüp, katillere televizyon programı önerenlere, omuzlarına alıp alkışlayanlara, fotoğraf çektirip Kurtları Vadisi pozlarında dolaşanlara, bir de Nükhet İpekçi’nin gözünden bakın derim. O gözlerle bakarsanız tüm bu olup bitenlere, aslında katillerin sadece tetiği çekenler olmadığını görürsünüz belki. Ne diyordu Nükhet İpekçi: “Babamı öldürmeye devam ediyorlar.”

Sıkı Yönetim Komutanı Necdet Üruğ, İpekçi cinayetinin araştırılması için istenen ek süreyi uzatmamış, ardından da zanlı, askeri cezaevinden kaçırılmıştı hatırlarsanız. Kimse açıklayamıyor bu absürdlüğü... Pek çok kitap yazıldı o günlere dair, pek çok yazı dizisi, televizyon programı yapıldı. Ama elde var sıfır... Bir yandan herkes biliyor aslında, ne olup bittiğini... Dönemin İç İşleri Bakanı, “dava, devlet eliyle engellendi” diyor. Aradan otuz yıl geçiyor, Hrant Dink’i kaybediyoruz ve onun davası da, akıl almaz yollarla sürekli engeleniyor. Sıradan bir cinayet davası değil ki tüm bunlar, sadece katil yakalanınca olay çözülsün. İşin kötüsü, belki de en kötüsü, bu katillere kucak açan bir kesimin olması. Hem devlet içinde, hem de toplum içinde, oldukça kalabalık olan bu destekçiler güruhu, bu cinayetlerin bitmeyeceğinin ve tam olarak aydınlanamayacağının garantisi bir bakıma... Aynı güruhu, linç etkinliklerinde de görüyoruz sıklıkla... Ve onları kimlerin desteklediğini, sade vatandaşlarmış gibi muamele yapanlardan biliyoruz aslında.

Hasan Fehmi Güneş, bu cinayetlerin aydınlanmasını eğer toplum talep ederse, tüm cinayetler aydınlanır dedi, aynı televizyon programında. Nükhet İpekçi de, “peki insanlar, bu taleplerini nasıl dile getirecek” diye haykırdı ekranlardan. ILO verilerine göre, sendikalaşmanın en az orana sahip olduğu bir zamanda, örgütsüz bir toplum, nasıl taleplerini dile getirecek... Tekel işçilerinin yaşadıkları ortada... Canları pahasına ekmeğine sahip çıkmaya çalışan bu işçiler için bile, sendikalar doğru düzgün destek çıkamıyor. Bir-iki gün grev yaparak destek olacaklarmış... Günlerdir, çoluk çocuk, bu soğukta direnen işçilerin talepleri bile yeterince duyulmazken, Nükhet İpekçi gibi, devlet dersinde öldürülmüş olanların çocukları, nasıl taleplerini duyuracak? Seçim yasası gibi basit bir demokratikleşme hamlesini bile yapmayan, halkı halka şikayet ede ede siyasette yol alan bir partiye mi havale edilecek tüm bu meseleler?
Arat Dink’in, 19 Ocak’ta yaptığı konuşma da, Nükhet İpekçi’nin babasının kanlı gömleğine sarılarak yaptığı konuşma gibi, yüreğimi kanatmıştı. Ne demişti Arat Dink: “Bu ülke tuhaf bir ülke. Üç yıl önce burada babama ağlarken, hayatımın en kötü gününde üzüntü ve öfke içindeyken, siz şaşkınlığı eklediniz. Üç yıl önce sizin sayenizde, -doğru söylemek gerekirse ben bu ülkenin adaletine güvenmiyorum- sizin sayenizde içimde umut doğdu. Üç yıl önce, sizinle birlikte babamın son üç yılının hesabını soracağımı umut ediyordum. Şimdi hesabı sorulacak üç yıl daha eklenmiştir. Ne olmuş bu üç yılda, adalet adına ne olmuş?”

Ne denebilir ki bu sözlerden sonra? Bu geçen üç yılda ne yapılmıştı? Hrant’ı valilikte tehdit eden kişilere bile soruşturma izni verilmemişti. Tetiği çekenden çok, o kişilerin söyleyecekleri daha mühim değil mi?

Nükhet İpekçi, “şov mu istiyorsunuz, alın size şov” diyerek 31 yıldır sakladığı babasının kanlı gömleğini ortaya çıkarıp, “bu gömlekten pek çok çocukta var” dediğini duydunuz mu? Sözün bittiği yer denilen anlardan birisiydi o an... Zaten sözü bitirmek istediği için bunu yapmıştı Nükhet İpekçi... Daha fazla konuşmak yerine, somut bir şeyler görmek istediği için, katillere destek verenlerin ayıbını yüzüne vurmak için... Arat Dink, o acı ve öfke dolu konuşmasını, aynı gerekçelerle yapmıştı...

Devletin halkla ilişkisi, her şeyden önce “güvenlik anlaşması” temelinde gelişir. Yani bir ülkedeki tüm ölümlerden –kendisi yapsın ya da yapmasın- devlet sorumludur. Ama bu güvenlik anlaşmasını devlet, işine geldiği gibi ihlal edebiliyor. Öncelikli olan sahip olduğu kurum ve ideolojilerin güvenliğidir ki, bu da kendi güvenliğini her şeyin üstünde tutması anlamına geliyor. Bu yüzden, devletin içine saklanmış katillere ulaşmak, hiç kolay değil. Hatta, sırlar odası “kozmik oda”ya bir sivilin giriyor olması bile, nasıl büyük bir panik yaratmıştı hatırlarsanız. Çünkü devletle toplumun yaptığı güvenlik anlaşması, görünen ve görünmeyen yazılarla farklı dosyalara kayıtlı olmuştur her zaman. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin halktan gizleniyor oluşu da, bunun kanıtı değil mi?

Foucault, insanlara “faşist bir devlette yaşıyorsunuz demek”, anlamsızdır der. Önemli olan, insanların devletle aralarındaki kurdukları huzursuz, kaygılı ilişkiyi teşhir etmektir. İşte Abdi İpekçi’nin kanlı gömleği, bu ilişkinin bir belgesi olarak ortada durmaktadır. O gömlek, sadece Abdi İpekçi’nin gömleği değildir bu yüzden... Bir belgedir... Ve biz o belgeye bakarak, nasıl bir dünyada yaşadığımızı görebiliriz...

Bülent Usta (Birgün, 3 Şubat 2009)

0 yorum: