VAMPİR UYARI TABELASI
Posted: 20 Ağustos 2011 Cumartesi by bülent usta inHissettiğim şey şu: Kimsenin birbirini sevmediği insanlarla dolu bir otobüste, bir bilinmeyen doğru yol alıyoruz. Öyle belalı bir yolculuk ki bu, yanınızda oturan kişi, her an bir vampire dönüşüp size saldırabilir. Otobüsün şoförü de, yolcuların yarısının desteğini aldığı için, daha önce defalarca girilmiş çıkışı olmayan yolları yeniden denemek konusunda bir tereddüt yaşamıyor. Bizi okyanusa götüreceğini zannederken, meğerse çöle gidiyormuşuz. Bundan sonra süreç farklı olacak derken, kast ettiği şey, çöle de gitmeyeceğimiz olabilir mi? İstediği kaseti takıp zorla kendi sevdiği şarkıları dinletiyor yolculara. Seveceksiniz diyor, çünkü otobüsün yarısı seviyor bu şarkıları.
Başımı otobüsün camına dayayıp uzaklardaki dağlara, denizlere bakarak yolcuları ve otobüsün rotasını anlamaya çalışıyorum. Aklıma takılan sorular arasında gerçekten barış isteyip istemediğimiz de var. Birey oranı azaltılmış kamuoyunun, dünyayla nasıl baştan savma ilgilendiğini görmek, şaşırtıcı olmasa da üzüntü verici. İnsanların kendi mutsuzluklarını ve çaresizliklerini yansıtan linç ayinlerinin travmatik sonuçları da öyle. Kendi memleketlerinden kalkıp bu sıcakta, ekmek parası için inşaatlarda çalışan işçileri linç etmeye çalışan güruhu, önemsememek hata olur. Bu türden kışkırtmaların, aniden parlayıp büyük bir yangına dönüşme ihtimali her zaman mevcutken... Ama asıl mesele, kamuoyunun gerçekten barışı arzulayıp arzulamadığı. Benim bugün için yanıtım: Hayır, barış istemiyor. Hayır, çözüme yakın değiliz. Uzaklaşıyoruz otobüsle… Şoför, bizi uzaklaştırarak unutturacağını sanıyor.
Otobüs nasıl bir geçidin içinde ilerliyorsa, Türkiye de bir geçiş sürecinin sonuna doğru yaklaşıyor. Ortadoğu’yu saran Arap Baharı rüzgârının, öyle tesadüfi bir durum olmadığını, içinde bulunduğumuz otobüste de görmek mümkün. Bu yolculuk çok şey biriktirdi. Biriken sadece acılar, yoksunluklar, ölümler de olmadı. Arzular da birikti ve taşma noktasına geldi artık. Bir Beyaz Türk’ün ya da Beyaz Türk ruhu taşıyan birisinin “Kürtler cazdan ne anlar ki” dediğini anımsıyorum. Aynur Doğan’ı Caz Festivali’nde yuhalayanlar, yas bahanesiyle bu yeni duruma tepki gösteriyorlardı aslında. Eğer gerçekte yas tutuyorlarsa, ne işleri vardı festivalde? Kürt kökenli sanatçının, üstelik Kürt kimliğiyle uluslararası bir üne sahip oluşuna içerliyor olmaları, protestonun en önemli motivasyonuydu kanımca. Bunu açık açık söylemiyorlar, söyleyemiyorlar ama, durum bu. Üstelik giyimi, davranışları, konuşmasıyla modern bir kadın Aynur Doğan. Modern bir Kürt kadını… Onun böyle olması, daha bir öfke uyandırıyor Beyaz Türklerde.
Benzer bir tavra, Köy Enstitüleri’nin kapatılma sürecinde de rastlamıştık. Köy çocuklarının iyi bir eğitim alması, aralarından ressamların, müzisyenlerin, bilim insanlarının çıkıyor olması elit kesimi fena halde tedirgin etmişti o yıllarda. Kendi çocuklarını ayrıcalıklı kılan eğitim farkının ortadan kalkıyor olması, bu aydınlanmacı modernist projeden ürkmelerine neden olmuştu. Doktorun çocuğu doktor, paşanın çocuğu paşa olurken, köylünün çocuğu da köylü kalmalıydı ki, devran sürsün. Zaten cumhuriyetin yarım kalmış bir proje olarak kaybettiği yer de burası oldu. Aşiretlerle, ağalarla uzlaşarak, askeri darbelerin koruyucu kalkanı arkasına sığınıp Anadolu’yu tümden terk ederek, muhafazakârlığın önündeki tüm engelleri kaldırdılar. Her şey, mutlu olması gereken bir azınlığın çıkarına göre düzenlendi. Aynı durumu Tunus’ta da, Mısır’da da görmek mümkün. Necip Mahfuz’un romanlarını bir de bu gözle okursanız, ne demek istediğimi anlayabilirsiniz. Sorun, zaten sorunlu bir proje olan modernleşmeden çok, o modernleşmeyi uygulayanların samimiyetinden kaynaklanıyordu. Eğer o modernleşme, elit bir kesimin çıkarına göre değil de, asıl amacına uygun olarak samimi bir biçimde gerçekleştirilebilseydi, emin olun bugün yaşadığımız “kimlik” sorunları, bu denli karmaşık bir hale gelmezdi. Yarım bırakılan modernleşme sürecini, şimdi modern Kürt siyaseti kendi kendine gerçekleştiriyor. Onları milliyetçi bulan, dini söyleme geniş yer verdikleri gerekçesiyle eleştirenler, önce kendilerine bakmalılar. Kendi cephelerinde milliyetçilik, muhafazakârlık, dini söylem ne durumda? Solun bir kısmı iktidar partisinin kuyruğuna takılıp muhafazakârlaşırken, bir kısmı da tam tersi yönde ulusalcı cephe içerisinde milliyetçi bir söyleme yönelmiş durumda. Özgürlükçü sol, bu yüzden Kürt siyasal hareketine dolaylı ya da doğrudan destek vermek, destek almak zorunda. Ama bu destek, o hareketin içerisinde erimekle sonuçlanırsa, ne kendilerine, ne de onlara bir faydası olmayacağı da açık.
Basın açıklamalarında, sürekli olarak Caz Festivali gibi bir etkinliğe katılanların gelir ve eğitim durumuna atıfta bulunularak, beklenmedik bir olay olduğundan bahsedildi. Beni en çok şaşırtan da bu şaşkınlık oldu açıkçası. Medyada ve sosyal medyada, böyle bir kesimin varlığı aşikârdı halbuki. Kendilerini köşeye sıkışmış hissettikleri için saldırganlaşmalarından daha doğal bir şey yok. Yeter ki, onların şiddetini meşrulaştıracak bir fırsat çıksın, hiç vakit kaybetmeksizin harekete geçmeye hazırlar. Bu, ister Caz Festivali olsun, ister bir cenaze töreni, hiç fark etmez.
Bu kesimi, sokakta linç ayinleri düzenleyen güruhtan ayıran şeyse, aklın ya da vicdanın kabul edemeyeceği fikirleri, birtakım meşru kabul edilen fikirlerle karıştırıp doğruymuş gibi gösterebilme yeteneklerinde gizli. Mesela anti-emperyalist bir söylemin ardına gizlenip, kendi milliyetçiliklerini meşrulaştırmak konusunda epey maharetliler. Ama bu maharetleri, savundukları doğru şeylere de ciddi zararlar verdiği için, bir maharetten çok lanete benziyor.
Beni bu süreç içerisinde endişelendiren tek şey, birey yoğunluğu düşük olduğu için, kolayca yönlendirilebilir bir kamuoyu içinde yaşıyor oluşumuz. Bu yüzden, tüm özgürlükçü aydın ve sanatçıların, kamuoyunu kendi kendini imhaya sürükleyecek kışkırtmalara karşı bilgilendirerek, bu basınca karşı ortak hareket edebilme refleksini gösterebilmesi. Ölüme karşı hayatı savunma işini, sadece bir grup aktivist aydın ve sanatçının üzerine yıkıp uzaktan seyretmemesi. Çünkü otobüste yanınızda oturan kişinin ne zaman vampire dönüşüp size saldıracağını bilemezsiniz...
Bülent Usta (BirGün gazetesi, 20 Temmuz 2011)