YÜRÜTÜLEN AKIL
Posted: 29 Temmuz 2009 Çarşamba by bülent usta inTam Kürt sorununa yönelik çözümlerin konuşulduğu bir zamanda, iki DTP’li hunharca öldürüldü. Yetkililerin her biri, cinayetler için birbirinden farklı ihtimaller ortaya attılar. İşin ilginç tarafı, cinayetlerin silahla işlenmesine rağmen, kimsenin silah sesi duymaması…
Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı bir ülkede yaşıyorsanız, yaşadığımız her şey, birer dedektiflik hikâyesine dönüşür ister istemez. Çünkü paranoya yakanıza yapışmıştır. Okuduğunuz gazetelere bile kuşkuyla yaklaşırsınız. Hangi çıkar çevresine ve güce hizmet ediyorsa, onun bakışaçısını yansıtan haberler, köşe yazıları, televizyon programlarıyla kuşatıldığınızı biliyorsunuzdur çünkü. Ya tüm bu karmaşadan bunalarak ilginizi kaybedecek ya da gerçekleri saklandıkları yerden bulup çıkarmaya çalışacaksınız, tıpkı Sherlock Holmes gibi bir dedektife dönüşerek.
Sherlock Holmes gibi birisi, bu ülkedeki bütün faili meçhul cinayetleri, yolsuzlukları, katliamları kolayca aydınlatabilirdi muhtemelen. Ne DNA analizi yapmaya, ne de telefon dinlemeye ihtiyaç duyardı. Sadece mantık yürüterek çözülemeyecek bir şey yok bu ülkede. Ama işte yürütülecek o mantık/akıl, başkaları tarafından çoktan yürütülmüş, parçalanmış, yok edilmiş olduğu içindir ki, önce o akla, mantığa ve düşünce üretmenin araçlarına ulaşmamız, onları yeniden yaratmamız gerekiyor. Bunu yapacak olanlar, aklı yok edenlerin kullandıkları araçları kullanmak zorunda yine de. BirGün gibi bağımsız gazetelerin sorumluluğu da burada başlıyor. Romancıların, şairlerin, sanatın herhangi bir türüyle herhangi bir biçimde uğraşanların da dahil olduğu bir sorumluluk bu.
Yaşar Kemal’in, Cem Erciyes’le yaptığı söyleşiyi okuduysanız, o çok karmÂşık gibi gözüken Kürt sorununun aslında yalın bir mantık yürütmeyle ne kadar kolay anlaşılabileceğini de görmüşsünüzdür. Yaşar Kemal, etrafını saran tüm o bilgi ve yorum kirliliğini, romancılığından kaynaklanan gözlem gücüyle yarıp geçebilmiş. Tüm o demogojik söylemler, iktidar hesapları, karanlık ilişkiler, kirli savaş stratejileri, yalın bir mantık karşısında çaresiz kalabiliyor. Benzer bir romancı duyarlılığını, Adalet Ağaoğlu’nun Ermenilerden özür dileme kampanyasında yaptığı açıklamalarda da tanık olmuştum.
Poe'nun Öyküleri
Bugünlerde Edgar Allan Poe’nun öykülerini okuyorum yeniden. Poe’nun bütün öyküleri üç cilt halinde, Dost Kitabevi Yayınları tarafından yeniden basıldı çünkü. Suat Kemal Angı’nın editörlüğünü yaptığı kitapları, Hasan Fehmi Nemli Türkçeye aktarmış. Üstelik, hem dipnotlarla, hem de her cildin sonunda o ciltte bulunan öykülere dair ayrıntılı açıklamalarla birlikte. Muazzam bir öykü şenliği anlayacağınız.
Poe, yaşadığı zamanlarda da, ölümünden sonra da pek çok edebiyatçıyı, düşünürü, sanatçıyı derinden etkilemiş bir yazar. Bu etkisi, polisiye ve bilimkurgu gibi türlere kazandırdıkları dışında, Dostoyevski gibi yazarların hayranlığını kazanan hayal gücü ve Sherlock Holmes’un yaratıcısı Arthur Conan Doyle gibi yazarları etkileyen akıl yürütme ve çözümleme yeteneğiyle ilişkilidir.
Poe okuyorum günlerdir. Ve okuduğum her öyküden sonra, hayata bakışımın çok katmanlı bir yapıya dönüştüğünü hissediyorum. Yalın bir mantıkla, gerçekliğin çok katmanlı yapısı içinde gezinmenin yarattığı bir etki bu… Üstelik Poe’da akıl, çoklu bir yapıya sahip. Politika, tarih, parodi, mistisizm, mitoloji ve bilim içiçe bu aklın içerisinde. Öykülerindeki dipnotlar bile bunu gösteriyor. Bilimsel bir keşif ile bir şairin mısraları aynı noktada buluşabiliyor onun bakış açısında.
Politik bir olaya sadece bir politik olaymış gibi bakmamak, bir cinayeti sadece cinayet olarak görmemek gerekir Poe’ya göre. Eğer Hrant Dink’in ölümünü, sadece bir gazetecinin ölümü olarak görüyorsak, gerçekte hiçbir şey görmüyoruzdur. AKP’ye bakınca, sadece Recep Tayyip Erdoğan’ı, darbe planlarına bakınca sadece darbe planlarını görüyorsak, hiçbir şey görmüyoruz demektir.
Ve işin tuhaf tarafı, görünen şeyler arttıkça, bizim görme yeteneğimiz de hızla azalıyor sanki. Bir tür büyü gibi toplumu saran bu etki, belki de edebiyattan uzak bir toplum olmamızla ilgilidir.
Poe’nun “Terslik Şeytanı” adlı öyküsünde yazdığı gibi: “Yine de, insan, tüm safsatalara karşı en iyi yanını kendi yüreğinde bulacaktır. Her kim kendi ruhunu içtenlikle araştırır, özenle sorgularsa…”
Poe’nun öykü kahramanı Morella’nın soğuk elini, elinizin üzerinde hissetmediğiniz ve içinizde lanetli duygular uyanmadığı sürece, gözlerinizin gördüğü şeylerden emin olamazsınız… Ve akıl, o kadar uzağa kaçırılmış ki bizden… Aklı yürütenlerin, onu azar azar öldürüşüyle deliliğin kıyısına sürükleniyoruz habersizce…
Bülent Usta (Birgün, 29 Temmuz 2009)