GÖRÜLMÜŞTÜR

Posted: 9 Aralık 2009 Çarşamba by bülent usta in
0

Birgün’de 6 Aralık’ta çıkan Ercan Coşkun’un “Victor Jara Hiç Ölmeyecek!” adlı haberini okurken, bir sanatçıya karşı bu denli büyük bir öfkenin nedenleri ne olabilir diye düşündüm. Önce dipçikle elleri kırılan, ardından 43 el ateş edilerek öldürülen Jara’ya yapılanlar, gerçekte Jara’nın temsil ettiği değerlere yönelikti. Victor Jara Vakfı’nın ısrarlı takibi sonucunda, Jara’nın cesedi üzerinde otopsi yapıldı ve kulaktan kulağa anlatılan ölüm hikâyesini gerçekliği ortaya çıkarıldı: Evet, elleri dipçikle kırılmıştı, bir daha gitar çalamasın diye...

Şanlıurfa’da Belediye Meclisi, Şanlıurfa’daki 12 Eylül Caddesi’nin adını, Demokrasi Caddesi olarak değiştirmiş. Bizim yapabildiğimiz şeyler de bu kadar. En fazla cadde adını değiştirebiliyor ve bu da gazetelerde “12 Eylül’ün İzleri Siliniyor” manşetiyle yer alabiliyor örneğin. Caddelerin adını değiştirerek mi 12 Eylül’ün izleri silinecek? Hiç sanmıyorum. O kanlı darbenin tüm failleri, hesap sorulmaksızın, hatta toplumun kıymetli figürleriymiş gibi ortalıkta gezerken, 12 Eylül’ün yarattığı tüm kurumlar ayaktayken mi, 12 Eylül’ün izleri silinecek?..

Geçenlerde tesadüfen, bir televizyon kanalında, eski DGM savcılardan Mete Göktürk’ü, Veysel Güney’in idam ediliş anını anlatırken gördüm. İdamın infaz savcısı olarak olay yerindeymiş Göktürk... Daha önce kitabından da okumuştum o ânı... Ama tekrar onun ağzından yaşananları duymak, yeniden tüylerimi diken diken etti... İdamı sırasında, dönemin emniyet müdürünün alkollü olması, sıkı yönetim komutanına “paşam bu çocuk asılırken bize küfrederse ne yaparız” sorusuna, komutanın “ipten alır, tekrar asarız” diye karşılık vermesi gibi ayrıntıları nasıl değerlendirebiliriz? Suçsuz bir genci idam etmekle kalmayıp, ailesine işkence yapan, cesedi tutanakla teslim edilmesine rağmen kaybeden kişiler ve onların temsil ettiği değerler, cadde adı değiştirilerek mi silinecek?

12 Eylül’ün izleri, yaşamın her yerinde görülebilir. Ve o izleri silecek tek şey de, o günlere dair tüm olayların, duyguların, fikirlerin izini sürerek ve sorumlularından hesap sorularak, yani tüm ayrıntıların gün yüzüne çıkartılıp gerçekte ne olup bittiğine çıplak gözlerle bakılarak mümkün olabilir ancak. Eğer bu yapılamıyorsa, bunun gerçekleşmesini engelleyen zihniyetin ifşa edilmesi gerekir ki, siyasi partilerin çoğunun, bu zihniyetin bir parçası olduğu açık. Hatta Baykal ve Erdoğan’ın 12 Eylül’ün yargılanmasına dair sözleri de olmuştu. Ama ortada hiçbir icraat yok. 12 Eylül’ün Danışma Meclisi’nde yer alan isimler, televizyon kanallarına çıkıp 12 Eylül’ü savunabiliyorlar hâlâ...

Türkiye’de siyaset ve devlet, her zaman manipülasyon derdinde oldu... Tüm darbeler, göstermelik demokrasiler, her şeyin içinde bir kandırmaca, gerçek niyetin gizlendiği süslü icraatlar ve söylemlerle “görülmüştür” damgalı paketler halinde indirildi yukarıdan aşağıya... Acaba “Demokratik Açılım” da böyle bir paket mi olacak, ya da Ergenekon davası... Göreceğiz... Belki de “görülmüştür”...

Lavinia

Ursula K. Le Guin’in Lavinia adlı romanı, Gürol Koca’nın çevirisiyle Metis Yayınları’ndan çıktı ya, keyfime diyecek yok bugünlerde. Lavinia denilince, Özdemir Asaf’ın şiiri gelir aklıma: “Sana gitme demeyeceğim. / Üşüyorsun ceketimi al. / Günün en güzel saatleri bunlar. / Yanımda kal.” diye başlıyordu şiir... Elbette Le Guin’in romanındaki Lavinia ile, Asaf’ın şiirindeki Lavinia farklı. Asaf’ınki, Gülenay Börekçi’nin yazısından öğrendiğimiz gibi, pek çok şairi kendisine âşık eden Mevhibe Beyat... Le Guin’in Lavinia’sı ise, Vergilius’un şiirinde savaşçı Aeneas’ın karısı, Latium kralının kızı... Aeneas, Lavinia ile evlenerek Roma İmparatorluğu’nun temellerini atmış... Romansa, Vergilius’un destanında ihmal edilen bu kadın karakter üzerine kurulu... Le Guin, Lavinia üzerinden savaşın doğasını ve erkek-egemen toplumu sorgulayan güçlü bir yapıt ortaya çıkarmış. Neredeyse bizi o yılların dünyasına götürmeyi başaracak kadar ayrıntı ve duygu zenginliğiyle dolu bir yapıt Lavinia... “Bir zamanlar kimdim, biliyorum; kim olabilirdim, onu da biliyorum, ama artık yazmakta olduğum şu satırlardayım yalnızca” diye yazmış kendisini Lavinia... Ah, kim olduğunu ve olabileceğini bilmek, nasıl da büyük bir yüktür insan için...

Bülent Usta (Birgün, 9 Aralık 2009)

0 yorum: