DURUM TEHLİKEDE
Posted: 11 Eylül 2010 Cumartesi by bülent usta in
Bu anayasa tartışmalarına daha fazla kafa yormaya hiç niyetim yoktu. Proust’un romancılığı ya da Winterbottom’ın son filmi üzerine kafa yormak daha anlamlıydı benim için. Masa lambasının ışığı dışında tüm ışıkları kapatıp okuduğum kitabın derinliklerine çekilmişken, kulağımın dibinde bir fısıltı duydum: “Durum tehlikede...”
Duymakta zorlandığım bu fısıltı, beni önce ürkütse de, üç kulaklı bir kedi olan İvam’ın sesi olduğunu anlayınca rahatladım bir parça. Ama o neredeydi? Sesi, kulağımın dibinde olsa da, kendisi yoktu ortalıkta. Neden “durum tehlikede” diyerek uyarıyordu beni. Tehlikede olan neydi? Bir süre sonra fısıltı devam etti: “Sen boykot filan diyorsun ama, bunlar siyaseti büsbütün bitirecek bir hamle içindeler.” Elimdeki kitabı bir köşeye bırakıp pür dikkat İvam’ı dinlemeye çalıştım. Ama bu sözlerin arkası gelmedi. İvam, beni bu referandumla ilgili uyarıyorsa, mutlaka bir bildiği vardı. Referandum için “siyaseti bitirmek için bir hamle” olarak bahsetmesinin anlamı ne olabilirdi? Siyaseti yok eden 12 Eylül askeri darbesinden sonra, şimdi de 12 Eylül referandumuyla başka bir aşamaya geçtiğimizi anlatmaya çalışıyordu sanki. 1 Mayıslara “Yahudi Bayramı” diyerek uzun yıllar katılmayan Hak-İş’in anayasa değişikliğini desteklemesi ve diğer sivil toplum örgütlerine demokratlık dersi vermesi gibi bir şeydi bu referandum. Ya da kendisine e-muhtıra veren generale üstün hizmet madalyası vererek ve zırhlı araç hediye ederek emekli eden bir iktidarın, 12 Eylülcü bir siyasi gelenekten gelmelerine rağmen sanki 12 Eylül’le hesaplaşacaklarına dair bir hava estirmesi gibi bir şeydi bu referandum. Ya da Kürt Açılımı yapacağım deyip, onlarca BDP’li belediye başkanını adliyenin önünde kelepçeleyip sıraya dizmesi gibi bir şeydi bu referandum. TEKEL işçilerini coplarla, biber gazıyla kucaklayan, temsil ettiği sermayenin çıkarlarını her şeyin üstünde gören bir partinin demokratlığı gibi bir şeydi bu referandum. Diğer partilerin ne halde olduğunun bir önemi yok aslında. İktidarda olan böyle bir parti ve giderse yerine kim geçecek, derin devletle nasıl hesaplaşılacak gibi korku ve kaygılarla hareket ederek tavizler vermenin sonu olmadığı da açık. Sadece Cemil Çiçek gibi birisinin bu hükümette bulunduğunu bilmek bile, bir sürü şeyi açıklayabilir. Yaptığı bir konuşmada aynen şöyle demişti hatırlarsanız: “Ermeni terörü ile PKK terörü arasında yakın işbirliği var, bunlar kan kardeşidir. O devreden çekildi, işi bu tarafa verdiler. Zaten, özür dilerim, bir kısım teröristlerin sünnetsiz oluşu, size çok şeyi ifade ediyor demektir. Yani bu, bir rivayet falan değil, biz kimin ne olduğunu iyi biliyoruz.” Ölüleri sünnetli ve sünnetsiz diye ayıran bir zihniyetin demokratlığına güvenmemiz nasıl beklenebilir? Cemil Çiçek, “biz kimin ne olduğunu iyi biliyoruz” derken, ne demek istediği de ayrı bir muamma. Kimin sünnetli, kimin sünnetsiz olduğunu mu biliyor? Bu, nasıl bir bilgidir böyle?
BirGün yazarlarından anayasa hukukçusu İbrahim Ö. Kaboğlu’nun “Halk Neyi Oylayacak” adlı İmge Kitabevi Yayınları”ndan çıkan kitabını mutlaka okumak gerek. Her şeyi, tüm ayrıntılarıyla açıklayan bu kitabı okurken İvam’ın ‘durum tehlikede’ fısıltısı, nedense hiç kulağımdan gitmedi.
Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın
İvam eğer kulağıma ‘durum tehlikede’ diye fısıldamasaydı, Can Yayınları’ndan çıkan çok önemli bir kitaptan bahsetmek istiyordum uzun uzun... Umberto Eco, J.C. Carriére ve Jean-Phlippe de Tonnac’ın, Sosi Dolanoğlu’nun çevirisiyle yayımlanan “Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın” adlı söyleşi kitabı, elektronik kitaplardan bahsettiğimiz bir zamanda, kitapların geleceğini tartışan bir çalışmadan çok daha fazlasını barındırıyor içinde. Zaten söz konusu olan kitaplar ve kitapları tartışanlar da Umberto Eco gibi düşünürlerse, başka bir şey olmasını da bekleyemezdik zaten.
Umberto Eco, kitabın sonu geldi iddiasına, “kitap, tıpkı kaşık, çekiç, tekerlek veya makas gibidir. Bir kere icat ettikten sonra daha iyisini yapamazsınız” diyerek karşı çıkması, kitabın bir icat olarak hayatımızdan çıkmasının mümkün olmayacağını göstermesi açısından oldukça önemli. Elektronik kitaplar, ileriki zamanlarda hayatımızda daha çok yer kaplayabilir. Ama bu durum, kitapların tamamen ortadan kalkmasına neden olmayacak. Nasıl ki sinema resim sanatını, televizyon sinemayı yok etmediyse, hatta anlatım olanakları açısından zenginleştirdiyse, kitapların da, elektronik kitaplarla birlikte yaşamaya devam edeceği kesin. Telaşa gerek yok...
Kitabın ilgi çekici noktalarından birisi de, kitabın hayatımızdaki yerini ve önemini tartışmasından çok, sanat-toplum ilişkisi gibi pek çok ilgi çekici meseleyi de tartışıyor olması. Carriére, kitabın bir yerinde haykırarak şöyle soruyor: “Cahillik etrafımızı sarmış durumda, genellikle küstah ve sahip çıkanı çok. Hatta kendi propagandasını yapıyor. Kendinden emin, her şeye burun kıvıran siyasetçilerimizin ağzından egemenliğini ilan ediyor. Hep tehdit altında olan, kendinden şüphe eden, kırılgan ve değişken bilgiyse, ütopyanın son sığınaklarından biri şüphesiz. Bilmenin sahiden önemli olduğuna inanıyor musunuz?”
Carriére’in bu sorusunu, bu ülkede kim bilir kaç kişi kendine sorup duruyordur? Carriére’in bahsettiği o siyasetçi tiplemesi de, eminim size hiç yabancı gelmeyecektir. Umberto Eco, kitapta bu soruya şöyle yanıt veriyor: “Esas olduğuna inanıyorum.” Yani bilmenin “esas olduğuna”... Ne kadar çok sayıda insan, ne kadar çok şeyi bilirse, insanlık aynı hataları tekrarlayıp durmaktan vazgeçer demeye getiriyor sözü Eco.
Başımıza gelen tüm felaketlerin altında, kitleleri cahilleştirme politikalarını gördükçe, Türkiye’de cahillik hiç bu kadar prim yapmamıştı dersek, yanlış bir tespitte bulunmuş olur muyuz acaba?
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 8 Eylül 2010)