CİDDİYET ŞAMPİYONLARI

Posted: 16 Şubat 2011 Çarşamba by bülent usta in
0

Türkiye’de ulusalcılar ve muhafazakârlar arasındaki iktidar mücadelesinin düşünmeyi engelleyen iki kutuplu siyasi ikliminden edebiyat sayesinde uzaklaşıp, başka bir dünyanın olanaklarıyla meşgul olmayı daha çok arzuluyorum bu aralar.

Edebiyattan beklediğimiz şey, düşünmenin kendisinden beklediğimiz şeyle aynıdır aslında: Başka türlü yaşamamıza, düşünmemize, hissetmemize olanak vermesi. Yani düşünmek, yaptığımızdan başka bir şeyi yapabilmeyi olanaklı kılıyorsa anlamlıdır. Yapılan şeyleri meşru kılmak ya da başka bir şey yapmanın olanaksızlığını ispatlamak için düşünenler, edebiyattan ve sanattan haz etmezler genellikle.

Başbakan’ın, Cumartesi Anneleri’yle görüşmesinin bir seçim yatırımı olup olmadığına kafa yormak istemiyorum mesela. Hrant Dink öldürüldüğünde Rakel Dink’e verilen vaatleri gerçekleştirmeyenler, gözaltında kaybedilenleri araştıracak bağımsız bir araştırma komisyonu kurabilirler mi hiç?

Peki ya Süheyl Batum’un açıklamalarına ne demeli? Karşımızda Mısır gibi bir örnek varken, kâğıttan kaplanlardan medet uman birisine ne söylenebilir ki? Üstelik onun bu samimi fikirleri, Kültür Bakanı gibi, bütün eleştirilerden kolayca sıyrılıvermesinden daha şaşırtıcı değildi. Aslında sıyrılamadı ama öyle iyi sıyrılmış taklidi yaptı ki, siyasetteki acemiliğine havale edildi tüm samimiyeti. Siyasetçinin, gerçek niyeti ve arzusunu gizlemeyi bilen kişi olduğunu, eminim yakın zamanda mükemmel bir şekilde öğrenecektir.

Tutuklanan generallere gelince… Generallerin tutuklanabilme ihtimali, general olmayı ciddi bir iş haline getirdi artık. Generalleri ciddiye almanın, emekli oldukları zaman onları televizyonlara çıkartıp engin görüş ve deneyimlerinden faydalanmakla sınırlı olmamasını anlamakta zorlanıyorum bir parça. Bu ülkede tek ciddiye alınan kesimin solcular olduğunu sanırdım. Öyle ya, solcu olan birisi, her zaman işkence görebileceğini, tutuklanabileceğini, evinin günün her saatinde silahlı adamlarca basılabileceğini peşinen kabul etmek zorunda kalmıştır bu ülkede. Günün birinde, yolsuzluk yapanlar da ciddiye alınır mı bilmiyorum. Ama hiç kuşkunuz olmasın, ciddiye alınanların zirvesi, muhalif gazetecilere, yazarlara ve solculara ayrılmıştır her zaman. Bir tür ciddiyet şampiyonlarıdır onlar. Sadece modern edebiyatımızın kurucu öğeleri arasında yer alan Nâzım Hikmet’in ve Sabahattin Ali’nin başlarına gelenleri hayal etmeniz yeterli. Şiir yazmak, yolsuzluk yapmaktan, katliamlar düzenlemekten daha tehlikeli olagelmiştir bu topraklarda. Çocuğunun şiir yazmasına karşı çıkıp rüşvet alabileceği iş ve mesleklere teşvik eden ebeveynlerin kaygısı, rasyonel bir kaygı olarak kabul görür genellikle.

İktidar Tozu

Siyasetin bir sahneye, siyasetçilerin de samimi düşüncelerini gizleyen birer oyuncuya dönüşmesi yeni bir durum olmasa da, zaman zaman onların sahnede gözyaşı dökme krizine girmeleri, sergiledikleri oyunun inandırıcılığını yitirdiğini göstermiyor mu? Mısır’daki halk, kendilerini oyalamak için sahnelenen günü geçmiş oyunların tekrarlarından bıktığı için, seyretmeyi bırakıp sahneye çıkmıştı. Sadece Mısır halkının yaşadığı bu sahne deneyimi bile, ödedikleri tüm bedellere değer.

Tiyatrocuların, sahne tutkusunu anlatmak için “sahne tozu yutan bir daha iflah olmaz" diye bir tabiri vardır. Mısır halkı, artık sahne tozunu yutmuş bir halktır ve henüz yazılmamış o muhteşem eserlerini, günün birinde mutlaka sahneleyeceklerinden emin olabilirsiniz.

Ama günümüzün “yeni tür” insanları, kendileri için yazılmış “hazır oyunlar”ı sahnelemek istemiyorlar. Aydınlardan beklenen şey, başarısı test edilmiş ya da edilmemiş uyarlanmış oyunlar yazmaları değil. “Yeni tür” insanların umurunda değil, hazır reçeteler. Aydınlardan istenen şey, artık halkların yazacakları oyunların sahnelenmesi için kendi donanımlarına uygun teknik destek vermeleri ve bu oyunların kritiklerini yaparak, daha iyi oyunların sahnelenmesi için teşvik edici olmaları.

Bizde ise, aydınların çoğu halka değil de devlete, partilere, şirketlere akıl hocalığı yapmak gibi bir geleneğin sürdürücüsü konumundalar. Hatta bu akıl hocalığının onlara sağladığı faydalar yüzünden, aralarında ciddi bir rekabet de var. Köşe yazarları arasında bu rekabet, daha da belirginleşiyor. Yazdıkları gazetenin çizgisine uygun olarak hükümete ya da muhalafet partilerine inandırıcı olmaları konusunda telkinde bulunmaları, onların eksiklerini göstermek yerine, o eksikleri kapatmaya çalışmaları, “yeni tür” insanların gözünde onları alabildiğine ciddiyetsizleştiriyor. Nasıl sahne tozunu yutan bir daha iflah olmuyorsa, “iktidar tozu” yutanlar da iflah olmuyor anlaşılan. En iyisi tüm iktidarlardan uzak, yuttuğun toza dikkat ederek yaşayıp yazmak.

Pessoa’nın, Saadet Özen çeviriyle Can Yayınları’ndan çıkan “Huzurluğun Kitabı”ndaki sözlerini anımsıyorum da, “yeni tür”ün düşünmekten ve bu düşünmenin ürünü olan sanat ve siyasetten beklediği şey, daha bir netleşiyor zihnimde: “Samimiyetle, sabırla akıl yürüterek teoriler kursak ve bunu yalnızca, hemen çürütmek üzere yapsak.” Ancak bu sayede, yaptığımızdan başka bir şeyi yapmayı sürekli hale getirerek “yeni tür”ün başka bir dünya özlemiyle buluşabiliriz. Çünkü sanıldığının aksine, sahne sürekli hareket ediyor…

Bülent Usta (BirGün gazetesi, 16 Şubat 2011)

0 yorum: