PİŞMANLIK VE UMUTLA

Posted: 9 Mart 2011 Çarşamba by bülent usta in
0

Sevgili okur, şu anda bu yazıyı okuyorsan ben burada değilim. Nerede olduğumu ve kim olduğumu bilmiyorum. Senin nerede olduğunu ve kim olduğunu da bilmiyorum. Ama Ahmet Şık ve Nedim Şener cezaevinde. Onların nerede olduğunu biliyorum.

Bu köşede yazdığım yazılar, Eric Sanderson’ın kendisine yazdığı mektuplara benziyor aslında. Mektuplarının sonunu şöyle imzalıyordu Sanderson: “Pişmanlıkla ve umutla...” Sanderson da kim diye merak ediyorsunuzdur muhtemelen. Tıpkı benim gibi, sizin gibi hafıza sorunları yaşayan bir roman kahramanı. Alef Yayınevi’nin yayımladığı Steven Hall’un “Köpekbalığı Metinleri” adlı romanında yaşıyor Eric Sanderson. Bir kaza sonucu hafızası ciddi derecede hasar görmüş. Uyandığında bazen kim olduğunu ve nerede olduğunu anımsayamıyor. Aslında bu durum başına sık sık geldiği için, kendine mektuplar yazıp görebileceği yerlere bırakıyor, önlem olarak. Şöyle diyor mektuplarından birisinde: “Her şeyden önce sakin ol. Şu anda bunu okuyorsan, ben burada değilim demektir. Ahizeyi kaldır ve 1 tuşuna kayıtlı numarayı ara. Kadın bir doktordur ve adı da Randel’dır.”

Bu ülkede yaşayan herkes sık sık Sanderson gibi, hafızasını kaybediyor. Size tavsiyem, görebileceğiniz yerlere kendinize yazılmış mektuplar bırakmanız. Kendi kendinize söylediğiniz yalanlardan başlayabilirsiniz mesela. Sadece kendinize söylediğiniz yalanlar yetmez. Size söylenen yalanları da not etmeniz gerekiyor. Ne diyor hükümet yetkilileri: “Türkiye’de basın özgürdür!” Peki cezaevindeki gazeteciler? Peki ya, telefonu dinlenen 80 bin kişiden kaçı gazetecidir sizce? Kendinize mektuplar yazıp, görebileceğiniz yerlere bırakmanız gerekiyor ki, anımsayın unuttuğunuz şeyleri. Size her gün binlerce yalan söyleniyor gazetelerde, televizyonlarda, miting meydanlarında. Bu yalanların hepsini not etmeniz mümkün değil elbette. Şöyle kısa notlar düşebilirsiniz: “Aşağıda sıraladığım durumlarda, satılmış kalemler gerçekleri saptırarak ya da karartarak yanlış bilgi edinmemi ve bu sayede kamuoyunun, bazı güç odaklarının çıkarlarına uygun olarak yanlış yönlendirilmesini amaçlıyor. Aşağıda sıraladığım siyasi parti temsilcilerinin tümü yalan söylüyor. Ve yalan söyleme konusunda kendilerini öyle iyi yetiştirmişler ki, onlar için sadece yalan söylüyorlar demek yetmez. Yetmiyor. Onları nerede görürseniz, hemen arkanızı dönüp hızla oradan uzaklaşın. Televizyon ya da radyoda seslerini mi duydunuz, kapatın hemen televizyonu, radyoyu. Çünkü bir an dalgınlığınıza gelip, onların o inanılmaz hipnoz etme yeteneklerinin kurbanı olabilirsiniz.”

İşte bunun gibi bir mektup yazın kendinize, çünkü unutuyorsunuz. Hafızanız, kitle kültürünü yayan araçlar tarafından tıkış pıkış imajlarla, korkularla, yalanlarla, haz aldatmacalarıyla öylesine dolu ki, gerçeğe çok az yer kalıyor. Mesela asgari ücretle çalışan bir işçi, o kadarcık paraya onca saat nasıl çalışabiliyor sanıyorsunuz. O da insan değil mi? Arzuları, ihtiyaçları yok mu? Ne diye gidip kendisine yalanlar söyleyen o partilere oy veriyor öyleyse? On yıllarca Hüsnü Mübarek, Kaddafi gibi diktatörler, nasıl bu kadar kolayca kendi halklarına zulüm edebildiler, hiç düşündünüz mü? Hafızası yerine gelen halk, nasıl da kolay alaşağı edebiliyor, edebildi diktatörleri. Ama her an, Eric Sanderson gibi halklar da hafızalarını kaybedip başka bir diktatörü getirebilirler başlarına. O yüzden Mısır halkına her gün, otuz yıl boyunca neler yaşadıklarını anımsatacak mektuplar yazmalı, Mısır’ın gazetecileri. Gazeteci mi dedim? Evet, kalemini satmamış gazetecilerin en önemli görevlerinden birisi, halkın hafızası olmaktır. Mesela Ahmet Şık’ın, Ertuğrul Mavioğlu ile birlikte yazdığı, İthaki Yayınları’ndan çıkan “Kırk Katır, Kırk Satır” kitabı, size yazılmış bir anımsatma mektubudur, derin devletin sırlarını öğrenin ve unutmayın diye. “Ergenekon’da Kim Kimdir?” diye kitaba boşuna başlık koymamışlar. Şimdi o kitabın yazarı Ahmet Şık, cezaevinde. Onun bugüne kadar yaptığı haberleri gözünüzün önüne getirin bir. Ve henüz yayımlanmamış kitabı hakkında söylenenleri düşünün. Nedim Şener’in güncel Yayıncılık’tan çıkan “Dink Cinayeti ve İstihbarat Yalanları” kitabını da anımsayın ve şimdi onların kimlerin yanına gönderildiğini gözünüzün önüne getirin. Nedim Şener’e sorulan soruları okumuşsunuzdur gazetelerde. Eğer o sorgulamayı bir romanda okusaydık, yazar hukuk sistemini eleştirmek için amma da ironi yapmış derdik. Ama ironi filan yapan yok. İşte anımsayın bunu ve tarihi bir davanın ne hale getirildiğini bir düşünün.

Anımsayın lütfen. Çünkü araştırmacı-gazeteci, bu topraklarda kolay kolay yetişmiyor. Bugünlerde YKY’den çıkan Zeynep Atikkan ve Aslı Tunç’un yazdığı “Blogdan Al Haberi” adlı kitapta, ABD’de bir araştırmacı-gazetecinin çalıştığı kuruma yılda 250 bin dolar maliyeti olduğundan, bu yüzden gazetelerin araştırmacı-gazetecilere bütçe ayırmayıp “pembe” habercilik peşinde koştuğundan, Wikileaks’in de bu boşluğu iyi kullandığından bahsediliyordu.

Türkiye’de bir araştırmacı-gazetecinin bütçesi ne kadardır acaba? O bütçenin de büyük bir kısmının avukat masraflarına gittiği kesin. Ve üstüne üstlük, bir araştırmacı-gazeteci olarak eğer hapis olmamışsanız, öldürülme ihtimaliniz de yüksek. Şimdi bu manzaraya bakarak, sırlarla dolu bu topraklarda doğru düzgün araştırmacı-gazeteci yetişebileceğini düşünmek mümkün olabilir mi?

Eric Sanderson, kendisine yazdığı mektuba şöyle başlıyordu: “Her şeyden önce, sakin ol.” Anımsamanın dehşet verici ağırlığını düşünerek değil, o boşluk hissinin verdiği telaşı önlemek için bu uyarıyı yapıyordu. Doktor Randel ise, Sanderson’a, “sakın o mektupları okuma, hastalığın daha da kötüye gider” uyarısı yapıyordu. Peki neden Sanderson, mektuplarını “Pişmanlık ve umutla” diye bitiriyordu? Çünkü anımsamak, pişmanlık ve umuttan başka bir şey değildir. Aynı hataları tekrarlamamak, pişmanlıkları anımsayarak mümkün olabilir ancak.

Sevgili okur, şu anda bu yazıyı okuyorsan ben burada değilim. Nerede olduğumu ve kim olduğumu bilmiyorum. Senin nerede olduğunu ve kim olduğunu da bilmiyorum. Ama Ahmet Şık ve Nedim Şener cezaevinde. Onların nerede ve kim olduklarını biliyorum.

Pişmanlıkla ve umutla…
Bülent Usta (BirGün gazetesi, 9 Mart 2011)

0 yorum: