Maaahvooooolduuuuuk!..
Posted: 9 Ocak 2014 Perşembe by bülent usta in
0
Bu hafta sonu hava sıcaktı, ağır bir kitaba çalışmış ve
yorulmuştum. Kitabı bitirince uzun bir yürüyüş hayaliyle kendimi sokağa attım.
Moda’ya doğru yürüyordum ki, önce düdük seslerini, ardından öfkeli olsa da
kibarlığından bir şey yitirmeyen bir çığlık gibi yükselen sloganları duydum.
Bir grup kadın, kürtajı yasaklamak isteyen hükümete karşı korsan gösteri
koyuyordu caddede, ellerinde pankartlar, belki elli kişiydiler, belki yüz, ama
o kadar canlı ve gerçektiler ki… Onların canlı ve gerçek birer insan olarak
yürüyüşleri, kısa da olsa sokağı da canlandırmıştı. Canlıydılar, çünkü
direniyorlardı.
Valiliklerden izin alınarak polis gözetiminde yapılan
gösterilerden farklı bir havası vardır korsan gösterilerin. Bir anda sokağın,
caddenin ortasında havai fişek gibi patlar, sokağın akışını, gündelik hayatın o
kanıksanmış durağanlığını ve o sokaktan tesadüfen geçen insanların varoluş
dengesini anlık da olsa bozacak tuhaf bir etki yaratır. O gün yürüyen kadınlar
da öyleydi. Bir anda sokağın atmosferini değiştirip, o bunaltıcı sıcak havanın
içinden insanın tüylerini ürperten bir esinti gibi geçip gittiler.
Kadınların korsan gösterisinin ardından kendimi ıssız bir
sokakta, cesetlerle ve hayaletlerle çevrelenmiş gibi hissettim. Yaşamak
dediğimiz şey, sadece biyolojik bir şey değil çünkü. Bu şehir, bu ülke,
cesetler ve hayaletlerle dolu bir yer, çünkü bir Musselman ülkesi… Çünkü 12
Eylül’ün bu topluma topyekûn yaptığı anestezi sayesinde hükümet, bir yandan
Kemalizmi toplum mühendisliği yaptığı için suçlarken, bir yandan da kürtaj
yasağı gibi yasak ve yaptırımlarla toplumu iradesizleştirecek yeni bir toplum
mühendisliği projesini yıllardır sabır ve azimle hayata geçiriyor. Yoksa
Başbakan, ne diye kürtajı yasaklamaktan bahsetsin, sezaryen gibi tıbbi
meselelere kafa yorsun.
Agamben, Kitle Yayıncılık tarafından yayımlanmış olan “Auschwitz'den
Artakalanlar” adlı kitabında, “Musselman” olarak tanımladığı ve toplama
kamplarında rastlanılan travma mağduru insanlardan bahseder. “Musselman” ya da
“Müselman”, aslında “Müslüman” demek. Toplama kamplarında şeker eksikliği
yüzünden iradelerini kaybeden ve namaz kılar gibi hareketleri sürekli
tekrarladıkları için Müslümanlara benzetiliyorlar. Musselman’lar, Agamben’e
göre “dibe vurmuş olanlardır”, tanıklık edemeyen tanıklardır. Çünkü iradeleri
yoktur ve bilinçlerini yitirmişlerdir. Musselman’lar, akıllarıyla birlikte tüm
güdülerini de yitirmişlerdir. Gerçek ile hukukun, doğa ile siyasetin iç içe
geçtiği ve birbirinden ayırt edilemediği bir belirsizlik alanında yaşarlar.
Musselman’lar, umutları tükenmiş, bilincinde artık iyi ve kötü, onurlu ve
alçak, mantıklı ve mantıksız ayrımı olmayan tutsaklardır.
Henüz hepimiz birer Musselman’a dönüşmedik belki. Ama gerçek
ile hukukun, doğa ile siyasetin arasındaki sınırlar öylesine birbirine geçmiş
ve öylesine akıldışı bir sürecin içine çekiliyoruz ki, büyük bir çoğunluk kısmen
de olsa Musselman’a dönüşmüş durumda, tekelleşen küresel düzenin esirleri
olarak… Neyin doğru, neyin yanlış olduğuna karar veremeyecek, iradesiz
yaratıklar olmamızı isteyen devletlerin ve sermayenin esiri olduğumuz sürece,
etrafımız Musselman’larla çevriliyor olacak ve onların iradesizliğiyle beslenen
iktidarlar, dünyayı devasa bir toplama kampına dönüştürecek böyle devam ederse.
İşte o korsan gösteri yapan bir avuç kadın, birer canlı
tanık ve özne olarak sokakta yürüyen yüzlerce şaşkın Musselman’ın yanından
geçip gitti o gün. Onları izlerken, Julian Barnes’ın “Metroland” adlı
romanındaki çocukları anımsadım. En ufak bir aksilik ya da olağandışı bir
olayda, okuldaki çocukların tümü “Maaahvooooolduuuuuk!..” diye hep birlikte
çığlık atıyorlardı. Bu çığlığı atmaları için bir sandalyenin devrilmesi bile
yeterliydi. Onların “Maaahvooooolduuuuuk!..” çığlığı, yarı şaka da olsa tüm
dikkati o olağandışı olaya doğru çekmeye ve toplu halde müdahale etmelerine
yarıyordu. Bizim de Roboski Katliamı, kürtaj hakkı, gasp edilen işçi hakları ya
da iş kazası cinayetlerinde öldürülen işçiler gibi binlerce olağandışı sebebimiz
yok mu “Maaahvooooolduuuuuk!..” diye çığlık atmamız için? En ufak bir olayda
bile bizi pürdikkat kılacak derin ve güçlü bir çığlığa… Bizim umuda, her şeyin
daha iyiye ya da daha güzele gideceğine söyleyen vaatlere değil, mahvolduğumuzu
bilmeye daha çok ihtiyacımız var, birer Musselman’a dönüşüp irademizi ve
bilincimizi tamamen yitirmemek için. 12 Eylül’ün yaptığı bu topyekûn
anestezinin etkisinden, mahvolduğumuzun gerçek anlamına kavuşamadan kurtulmamız
mümkün değil. Çünkü mahvolmaya devam ediyoruz…
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 6 Haziran 2012)