GERÇEKLERLE UZLAŞMAKSIZIN

Posted: 5 Mart 2009 Perşembe by bülent usta in
0

Bazen aceleye geliyor yazılar, aceleye geliyor hayat… Öyle ya bir süredir romanımın derinliklerinde yaşıyorum ve başımı o derinliklerden çıkarıp hayata baktığım zaman, birikmiş görevler, ekmek parası derdi, unutulmuş dostların öfkesi bakıyor oluyor bana. Yetişmesi gereken yazılar, bitirilmesi gereken kitaplar, dergiler ve en önemlisi yaşanması gereken bir hayat var. Mecliste ana dilde konuşmalı mı, konuşmamalı mı tartışmalarından tutun, yolsuzluklar, Engin Çeber’in savcıya ulaşamamış mektubu, ırkçıların helva dağıtıp fink attığı bir ülkede yaşıyor olduğumu fark ediyorum sonra. Birden bir isteksizlik doğuyor içimde. Yaşama-yazma isteksizliği…
Sonra Julio Cortazar’ın YKY’den çıkan “Son Raunt” adlı kitabını alıyorum elime. Cortazar’ın anlatıları, günlükleri, şiirlerinden oluşuyor kitap. Orada “Şiir Sokağa İndi” adlı şiirindeki dizeler gözüme çarpıyor: “Öğrenciler zamana baskın veriyor koşarak / Deri giymiş hayvanların sopaları altında / Ve hiçbir şey karşı duramaz buğday tarlalarının dizemine / Ve karşı duramaz hiçbir şey senin gülümsemene, ah sevdiceğim / Ve yaşamına oynayarak silip götürür gözyaşı bombaları!”
Cortazar’la umutsuzluğun karanlığında konuşmak mümkün değil. Birden pencereden bir ışık doluyor bana doğru haykırırken: “Asit kuyularına atılan cesetleri ya da Engin Çeber’in işkencede katledildiğini öğrenemiyorsa o kişi varsıllaşmayı aklından çıkarsın. Yinelemek gerekir mi bilmem, gerçeklerle uzlaşarak ve onları süsleyip püsleyerek kaçılıp sığınalacak ayrıcalıklı bir alan değildir yazın.”
Cortazar’ın haykırışlarıyla kendime gelmem kısa sürüyor. İçimde büyüyen karşı konulamaz bir yazma ve yaşama isteğiyle birlikte, soğuk ve yağmurlu havaya rağmen dışarı çıkmak istiyorum. Cortazar’ın öğütlediği gibi, sevgilimi bulup, onu her köşe başında öpmek, sevişmenin kendisini bir isyanın kalbinde örgütlemek istiyorum. Çünkü aşk da, isyana dahil…

PORNOLAŞAN HAYAT
Pornolaşan bir çağda sevişmekten bahsetmenin bir yükü de var elbette. Cortazar’ın yaşadığı zamanlardaki gibi yaşanmıyor artık aşklar… Ama gene de cinselliğin düpedüz bir siyaset alanı olduğu gerçeğini değiştirmiyor hiçbir şey. Pornolaşan bir çağda yaşıyor olmamıza rağmen korkulan, saklanılan bir bölge cinsellik, edebiyatımız için. Cemal Süreya ya da İlhan Berk gibi şairlerin şiirde yaptığını, edebiyatın ve sanatın diğer türlerinde görmek pek mümkün olmuyor. Halbuki edebiyat, seksi insanileştirecek, ete ruh katacak önemli bir güç olmaya devam ediyor. O gücün gerekliliği, en az bir teorik kitabın varlığı kadar gerekli, çünkü cinsellik, insan yaşamının önemli bir bölümünü kapsayan dönüştürücü bir etkinlik…
Slavoj Zizek, Encore Yayıncılık’tan çıkan “David Lynch” adlı kitabında bir sinema klasiği olan Casablanca’dan bahseder. Richard Maltby’nin filmle ilgili bir makalesinden yola çıkarak tartıştığı yazısında, Scott Fitzgerald’ın senaryo yazarlarına verdiği bir talimatla karşılaşırız: “O kadın ne zaman ekranda görünürse görünsün, hep Ken Willard’la yatmak istiyordur… Ne yaparsa yapsın, yaptığı şey Ken Willard’la yatmanın yerine geçer. Eğer caddede yürüyorsa Ken Willard’la yatmaya yürüyordur, eğer yemek yiyorsa Ken Willard’la yatmak için güç toplamak üzere yiyordur. Ama onlar tam olarak kutsanmadan önce Ken Willard’la yatmayı aklından geçirebileceği izlenimini hiçbir şekilde vermemelisiniz.”
Zizek, en sıradan günlük olayların bile fazlaca cinselleştirildiğinden bahsediyor ki, paparazzi tarzı programlarıyla televizyonların lanse ettiği gerçekliğin, gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde rastladığımız trajedilerin çoğunlukla cinsellikle bir biçimde ilişkili olması da bunun bir göstergesi. Can Dündar, “bilinçlenme teşhirin hızına yetişemediği için” toplumun seksin altında kaldığını iddia ediyordu bir yazısında. Aslında amaçlananın tam da bu olduğunu, bahsettiği o bilinçlenme ve eğitim yokluğunun kapitalizm tarafından bilinçli olarak üretildiğini görmek gerek. Yoksa, cinsellik çeşitli endüstrilerin bir parçası, hatta gücü haline gelemezdi. Foucault, “Cinselliğin Tarihi” adlı yapıtında “Modern toplumların özgüllüğü, cinselliği gölgede kalmaya zorlamaları değil, onu ‘tek giz’ olarak öne çıkarma yoluyla, kendilerini sürekli cinsellikten söz etmeye zorlamalarıdır” diyordu ki, bugün derinlemesine yaşıyoruz bu gerçekliği.
Sel Yayınları, yeni bir diziye başladı: “Cin Sel”… Bu dizinin ilk kitapları da çıkmaya başladı: Juan Manuel De Prada’nın “Kukular Kitabı”, Vatsyayana’nın “Kama Sutra”sı, Guillaume Apollinaire’nin “Genç Bir Donjuan’ın Maceraları” ve en önemlisi Ben Mila takma adıyla bir yazarımızın yazdığı “Perinin Sarkacı”… Ben Mila’nın kim olduğuna dair bazı tahminler yürütmek mümkün olsa da madem kitabın yazar kendisini gizlemek istiyor, saygı duymak lazım. Sonuçta gittikçe muhafazakârlaşan bir ülkede yaşıyoruz. Ama emin olun, muhafazakârlaştıkça pornolaşacak hayat ve pornolaştıkça daha da muhazakârlaşacağız. Bu yüzden Sel Yayınları’nın klasik ve çağdaş erotik edebiyattan örnekler yayımlaması ve bu seriyi çeşitli araştırma ve incelemelerle destekleyecek olması çok mühim. En azından bu sayede Ben Mila’nın kitabı gibi, bu alanda başka yetkin yapıtların da önü açılabilir. Erotik ve pornografik edebiyatımızda bir canlanma olur da, cinsellik bir sömürü alanından çıkarak özgürleşebilir…
Yinelemek gerekir ki, “gerçeklerle uzlaşarak ve onları süsleyip püsleyerek kaçılıp sığınalacak ayrıcalıklı bir alan değildir yazın.”

Bülent Usta (Birgün, 4 Mart 2009)

0 yorum: