KADIN BAKIŞI
Posted: 22 Nisan 2009 Çarşamba by bülent usta inBir kır kahvesinde oturup, nargilelerimizi tüttürerek kitaplardan konuşurduk. Gerçekte konuştuğumuz kitaplar değildi. O, çayını karıştırırken Turgut Uyar’dan bahsediyorsa, elma yerken Cemal Süreya’dan bahsetmesi kadar apaçıktı söylediği şey.
Ayrı şehirlerde de olsak, sabahleyin aynı saatte alırdık gazetemizi. Böylelikle, bakışlarımızın aynı satırların üzerinde gezindiğine, bunun bizi buluşturan büyülü bir an olduğuna inanırdık. Okuduğumuz yazıya birbirimizin vereceği tepkileri düşünerek gezinirdik sayfaların arasında. O yüzden okuduğumuz gazete, gazete olmaktan çıkar, bir buluşma yeri olurdu bizim için.
“The Reader” (Okuyucu) adlı filmi izlerken, okuma eylemine dair böyle bir aşk ilişkisi canlandı zihnimde. Anlatılan başka bir şeydi elbette. Okuma-yazma bilmeyen bir Nazi suçlusu kadının kitaplarla kurduğu tutkulu ilişkiyi anlatıyordu film. Bir Nazi suçlusunu sempatik gösterdiği için, filmin eleştiriliğini anımsıyorum. Bu eleştiride de haksız sayılmazlardı hani. Ama okuma tutkusu ve o tutku etrafında gelişen aşk hikâyesi, yine de insanı içine çekiyor ister istemez.
Filmde genç bir adam, âşık olduğu kadına kitap okuyordu. Bu okuma edimi, gerçekte bir tür çeviriydi aslında. Yüz hareketleriyle, ses tonuyla, metni kendi arzusuna göre yansıtıyordu âşık olduğu kadına genç adam. Octavia Paz’ın da altını çizdiği gibi, bir dilden başka bir dile aktarmaya benziyor aslında her okuma, düşünme, dünyayı anlama ve anlatma çabası.
Bu çeviri meselesine kafa yormam, Mehmet Rifat’ın hazırladığı ve Sel Yayınları’ndan iki cilt olarak çıkan “Çeviri Seçkisi” kitabıyla başlamıştı. Hem yerli, hem de yabancı düşünürlerin çeviri hakkındaki fikirlerini, bir çerçeve içerisine oturtup derli toplu bir biçimde yöntemli bir okuma imkânı sunuyordu kitap. Bugünlerde YKY’den çıkan Esra Akcan’ın “Çeviride Modern Olan” adlı çalışması da, eşine kolay kolay rastlanmayacak bir kitap olarak yerini aldı kitapçı raflarında. Modernleşme tarihinin bir çeviri süreci olarak yazılabileceği iddiasıyla yola çıkan Akcan, mimari alanı temel alarak yazdığı bu kitapta, çevirinin doğasını anlamamız için önemli ipuçları sunuyor. Alman mimarların, Türkiye’deki yerleşke ve konut kültürünü dönüştürürken, kendi pratiklerinin de nasıl değişime uğradığını ayrıntılı bir biçimde anlatarak, kültürel dolaşımın çarpıcı bir tarihsel sürecini de gözler önüne sermiş oluyor. Akcan, çeviri ortamını, kültürler arasındaki farkların keşfedildiği, tartışıldığı, uzlaştırıldığı ve zıtlaştırıldığı bir temas alanı olarak tanımlıyor kitabında. Özellikle küreselleşen ekonomi ve teknolojik dönüşümlerin hızlandırdığı kültürel dolaşımı anlamak için, çeviri sürecinin dinamikleri üzerine düşünmenin bir zorunluluk haline geldiği günümüzde, bu kitaptan alabileceğimiz çok şey var. Çünkü sermaye ve göçler aracılığıyla insan akışıyla birlikte, bilgi ve imgelerin de bu dolaşıma katıldığı ve dünyayı şekillendirdiği bir gerçek. Ve en önemlisi Türkiye’nin modernleşme sürecinin gelişimini, mimari açıdan inceliyor ki, özellikle “İstanbul’un Melankolisi”ni ele aldığı bölüm muhteşem…
Çeviriden söz açılmışken, dünyanın önde gelen feminist edebiyatçılarından Anne Carson’un Metis Yayınları’ndan çıkan “Kocanın Güzelliği” adlı manzum romanına değinmeden edemeyeceğim. Türkçede pek bilinmeyen bu güzide yazarın romanını uzun zamandır bekliyorduk aslında. Ama daha önemlisi, Aslı Biçen’in Carson gibi zor bir yazarın manzum romanını Türkçeye aktarmadaki özeni ve başarısı, beni en az kitabın yayınlanması kadar heyecanlandırdı. Biçen’in romancılığını bilmeyenler bile, onun sıkı bir edebiyatçı olduğunu rahatlıkla tahmin edebilirler bu çeviriye bakarak. Anne Carson, Türkçede az rastladığımız bir biçimde, şiir şeklinde kurgulamış romanını. “29 tangoda kurgusal bir deneme” alt başlığıyla çıkan romanda, tükenen bir evliliğin hikâyesini, işin içine Bataille, Levi-Strauss gibi düşünürleri katarak, en önemlisi ünlü İngiliz şairi John Keats’ten alıntılara başvurarak baş döndürücü bir dille yazmış. Mesela romanın bir yerinde şöyle fısıldıyor okura: “Her yara kendi ışığını saçar / der cerrahlar / Bütün lambalarını söndürsen evin / pansuman yapabilirmişsin yaraya / kendinden ışıyanla” Ya da romanın bir yerinde evliliğin tanımını yapar Carson: “derdin eskiden. ‘Arzu çarpı iki eşittir aşk ve aşk çarpı iki eşittir delilik.’ / Delilik çarpı iki eşittir evlilik / diye eklemiştim”. Bir kadının iç dünyasından ayrılığa, cinselliğe, evliliğe dolaysız bir şekilde bakarken, kocasını bir cinsel obje olarak ele almayı da ihmal etmiyor yazar.
Carson’u okurken feminizmin artık başka bir şey olduğunu, başka bir şeye dönüştüğünü ve aslında bu dönüşümün nasıl büyük imkânlar sunduğunu gördüm yeniden. Cixous, Butler ya da Irigaray gibi yazar ve düşünürlerin ürünleri, sadece feminist bakış açısını değil, felsefeyi, sosyal bilimleri, siyaset felsefesini de dönüşüme uğratmıştı zaman içerisinde. Bu dönüşümü ve etkilerini görmek için “Cogito” dergisinin, feminizm konusuna eğildiği son sayısını hararetle tavsiye edebilirim. Yerli ve yabancı birbirinden değerli kadın yazarların ve düşünürlerin yazılarının çizdiği çerçeve, feminizmin nasıl çok yönlü ve derinden hayatı kuşattığını görmek için önemli bir fırsat. Aslında şu bir gerçek: Dünyayı kadınlar değil, kadın bakışı kurtaracak… Ve erkeklerin de, en az kadınlar kadar, bu bakıştan mahrum kalmaması çok mühim.
Örneğin yine yakınlarda Metis Yayınları, Cynthia Cockburn’ün “Buradan Baktığımızda” adlı, alt başlığı “Kadınların Militarizme Karşı Mücadelesi” olan kitabını yayımladı. Savaşlardan aslında en büyük zararı gören, toplu tecavüzlere maruz kalan kadınların, militarizme karşı mücadelelerini hangi koşullarda ve bakış açısıyla oluşturduklarını ve Filistin’den Hindistan’a yaşadıkları deneyimleri öğreniyoruz kitaptan. “Devletin inşasıyla birlikte savaş kurumunun, insanlık tarihinde ilk defa sınıf hiyerarşisi ve patriyarkal bir cinsiyet / toplumsal cinsiyet sistemiyle ortaya çıktığını” söyleyen Cockburn, aslında savaşların nasıl sona erdirilebileceğinin işaretlerini de vermiş oluyor. R. W. Connel’ın dediği gibi: “Bir demilitarizasyon ve barış stratejisi, erkekliğin değişimine yönelik bir stratejiyi de içermelidir.” Başka türlü, dünyanın değişmeyeceği malum…
Bülent Usta (Birgün, 22 Nisan 2009)