NİDA’YI DUYMAK

Posted: 24 Haziran 2009 Çarşamba by bülent usta in
0

İran’da polis tarafından kalbinden vurulup öldürülen kadın göstericilerden Nida’nın vuruluş anını izlerken zihnimde canlanan ölüm manzaralarının sonu gelmiyor hiç. Silahsız bir eylemci daha, faşistlerin kurşunlarıyla can verdi, tıpkı benim ‘yalnız ve güzel ülkem’de de sık sık yaşandığı gibi.

‘Nida’ sözcüğünün Türkçedeki karşılığı ‘çağırma, bağırma, seslenme’…
Bu defa, ‘tüm devletler faşisttir, faşizm bir virüs gibi yayılıyor’ gibi şeyler söylemeyeceğim. Böyle şeyler yeterince söylendi. Daha çok söylenmesi gereken şey, dünya, üretim ve tüketim nesnesi haline getirilirken, özgürlüklerin güvenlik kaygısıyla feda edildiği, farklılıkların zenginlik olarak değil de tehdit olarak algılandığı karanlık bir çağı yaşadığımız. Bu karanlık çağ, uluslararası sermayenin çıkışsızlığıyla ya son bulacak ya da kendisiyle birlikte her şeyi yok edecek.

YKY, Sanem Yazıcıoğlu’nun editörlüğünde ‘Doğumunun 100. Yılında Hannah Arendt’ adlı, 2006 yılında İstanbul’da gerçekleştirilen uluslararası etkinliğin metinlerinden oluşan bir kitap yayımladı. Jacques Taminiaux, Hans-Helmuth Gander, Jeffrey Andrew Barash, Sanem Yazıcıoğlu, Thomas Dürr ve Seçkin Sertdemir’in makalelerinden oluşan kitap, Arendt ve ortaya attığı tezler üzerine yeniden düşünmek için güzel bir fırsat. Arendt, özellikle ‘Totalitarizmin Kaynakları’ adlı İletişim Yayınları’ndan çıkan iki ciltlik kitabıyla ve gene aynı yayınevinden çıkan ‘İnsanlık Durumu’ ya da ‘Şiddet Üzerine’ adlı kitaplarıyla tanınıyor bizde daha çok.
Arendt deyince, aklıma hep ‘Ortak Dünya’nın saldırı altında olduğu uyarısı geliyor. Küreselleşme, her şeyi piyasa ekonomisinin kalıpları içerisine sokarak yaşamın zorunlu ihtiyaçlarını giderme iddiasıyla ‘ortak dünya’yı yıkıma uğrattıkça, dünyanın her yerinde totalitarizmin yükselişe geçmesi, dünyanın Nida’lardan arındırılarak dünyasız insanlara terk edilmesi kaçınılmaz. Seçkin Sertdemir’in makalesi, Arendt’in bu konudaki düşüncelerini başka düşünürlerle tartışarak ortaya koyması açısından oldukça mühim. Kapitalizm için dünya, sonsuz ihtiyaçlarımızı karşılayan bir tüketim nesnesinden başka bir şey olmadığı içindir ki, küresel ısınma dahil pek çok felaketle karşı karşıyayız bugün. Benim en çok şaşırdığım şey ise, ışıklı reklam tabelaları ve televizyonların renkli dünyasının ardına gizlenen bu felaketlerden hem bu denli haberdar olup hem de bu denli ilgisiz olmamız.

Herkes Nida’nın ölümünü internetten ya da televizyondan izleyip İran’da nelerin yaşandığını biliyor. Ama bir yandan da İran’daki ya da Darfur’daki insanlarla aynı dünyada yaşamıyoruz sanki. Hani küreselleşme, tüm dünyayı bir aileye dönüştürmüştü? 1900’lerde insanların daha fazla dünyalı olduğu, toplumsal hareketlerin gelişiminden, başka ülkelere sıçrayışından anlaşılabiliyordu. Günümüzdeyse, küreselleşmeyle birlikte insanlar dünyasızlaştırıldı. Arendt, bu dünyasızlaştırma sürecinin en iyi “toplama kampları”nda gözlemlenebileceğini öne sürmüştü. Ve işin ilginç tarafı, “toplama kampları”nda yapılmak istenen şey, bugün sözde özgür dünyanın savunucuları tarafından küreselleşme aracılığıyla gerçekleştiriliyor. Hem de bu öyle sinsi, sanal ve psişik düzeyde gerçekleşiyor ki, Arendt’in de belirttiği gibi, bugün yaşadığımız totalitarizm, geçmişteki totalitarizm uygulamalarından tamamen farklı özellikler barındırıyor içinde. Bu farklılaşma, totalitarizmle mücadele etme araçlarını da ister istemez dönüşüme uğratıyor. Günümüzde solun geleneksel mücadele yöntemleriyle kendisini seçenek olarak kitlelere sunması bu yüzden mümkün değil.

Küreselleşmenin kocaman bir toplama kampına çevirdiği bu dünyayı yıkımdan kurtaracak olan şey olarak Arendt, kozmopolitik bakışı önermişti. Kozmopolitik bakış, politikanın varlık nedeni olarak özgürlüğü görür. Bu bakışta, yaşam tek başına bir anlam ifade etmez. Yaşam, ancak insanların ‘ortak dünyası’ varsa anlamlıdır ve öncelikli olan bu ‘ortak dünya’nın korunmasıdır. ‘Ortak dünya’ ise, farklılıklarla, çoğulluklarla ve bu farklılıkların politik varlığıyla mümkündür. Ama bugün hâkim olan anlayış, politikayı salt insani yaşamın korunmasını organize etme işi olarak gördüğü için, totalitarizmin politikaya bakış açısıyla örtüşüyor. Yeryüzündeki tüm devletlerin ve şirketlerin bu ‘apolitik politika’yı benimseyerek insanlara bu bakışaçısını güç kullanarak dayattığını, İran’a, Rusya’ya, ABD’ye ve diğer devletlerin uygulamalarına bakarak görebiliriz.

Toplama kamplarında her şey düzenlidir. Sadece ölmelerine izin verilenlerin ölebildiği kadar güvenli yerlerdir. İnsanların, iyiyi kötüden ayırt etme yetilerini kaybetmeleri ve bu sayede ahlaki sorumluluk hissetmemeleri istenir. Sorumlulukları, hayatta kalmak için kampın koşullarına uyum sağlamak olmalıdır sadece. Toplama kamplarında insanlar, derin bir yalnızlık hali içindedirler aynı zamanda. Kendilerini köksüz ve amaçsız hissetmeleri, diğer insanlarla ortaklık duygusunu yaratacak olan her tür politik ve kültürel faaliyetten uzak durmaları da gerekmektedir.

Dünyasızlaştırılan insanların dünyasında Nida’lar hiç dinmeyecek…

O da bu dünyada yaşamıştı…

Bülent Usta (Birgün, 24 Haziran 2009)

0 yorum: