Hayatın Dibi

Posted: 29 Haziran 2014 Pazar by bülent usta in
0

Herkesin aynı şeye bakıp farklı bir şey görmek isteyip de göremediği ama bir türlü düşüncelerini de alamadığı gündemden sıyrılıp hayatın dibine dalmak için balıkçılar kahvesinde kâğıda kaleme sarıldığım bir gün. Hayatın dibi sessiz bir yerdir, sen ve evren baş başasınızdır. Sevdiğiniz biri varsa, kendisi olmasa da hayali yanı başınızdadır, ama o hayalin sevdiğiniz kişiyle de bir ilgisi yoktur. Yani yalnızsınızdır ama bu yalnızlık başka bir şeydir, hani o kalabalıkların içinde yaşanana benzemez.

Biz balıkçılar, bir kediye ya da martıya bakarken, bir an bile baktıkları şey olamayan kara insanları için üzülürüz genellikle. Üzerlerine boca edilmiş korkular yüzünden o kadar kaygılıdırlar ki, bir an olsun bile kendilerinden dışarıya adım atamazlar, korkarlar. İçlerine kilitlenmişler de, kilidin anahtarı dipsiz bir kuyuya atılmış gibidir sanki. Sonra herkesin onları anlamalarını beklerler, kendileri bile o kuyuya giremezken. Dışarısı güvenilmez ve tehlikelerle dolu bir yerdir, sürekli risk hesabı yapmak zorunda oldukları, gazetelerin üçüncü sayfa haberleri türlü acıklı sonlarla doludur çünkü. İsyan hareketleri bile, insanların bu risk hesaplarına göre şekilleniyor artık, varoşlarla şehirlerin merkezlerindeki nümayişlerde bile bu farklılık görülebilir. Bir insanın ne kadar modernleştiği, ne kadar iyi risk hesabı yaptığıyla alakalı çünkü. Üzerini kirletmekten ve yabancılardan korkan şehirli bir çocukla köylü bir çocuk arasındaki fark gibi. Batılı bir insanın, bırak bombadan korkmayı, kendisini bombaya dönüştüren Ortadoğulu birini anlaması da beklenemez bu yüzden. Bu risk hesapları yüzünden değil mi, günümüz insanı çoğunlukla aşkı filmlerde ve romanlarda yaşamaya mahkûm oldu. Kimsenin derinleşmeye vakti yok ama sorsan herkes yalnızlıktan şikayetçi, dışarısı öcülerle dolu…

Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi’nden çıkan “Açık Bilim” adlı kitapta bir yazarla bir genetik antropologun söyleştiği bir bölüm var. Orada Spencer Wells, bizi bütünüyle çağdaş insan haline getiren davranış değişikliklerinin tomurcuklandığı yüz bin ya da yetmiş bin yıl öncesine kıyasla pek çok yönden daha az insan olduğumuzu söylüyor. Doğal dünyayla yeniden bağ kuramayan insanın zavallılığına dair hüzünlü bir tespit bu… İnsanların bu zavallılığı yüzünden değil mi hiyerarşiye gereksinim duymaları, kendi zavallılıklarını yarattıkları kutsallıklarla gizlemeye çalışmaları. Wells, insanın kendini uyumlu olmak zorunda hissettiği kültürü korkutucu bir virüse benzetiyor, çünkü kültür denilen şey, tıpkı devlette olduğu gibi insanın kendisi tarafından yaratılmış olsa da kontrolünü kaybedip kölesi olduğu bağımsız bir organizmaya dönüştü zamanla. Kendi hapishanesini inşa edip, sonra da o hapishanenin parmaklıkları arasında dışarıya hüzünlü gözlerle bakan insanın çaresizliği, siyasetin ve sanatın derinlerdeki en önemli meselesi olageldi hep.

Balıkçılar kahvesi, gündelik hayatın bir bataklık gibi bizi içine doğru çeken o yapış yapış yapmacıklıklarından, yüzeyselliklerinden ve tüketim nesnelerinden uzak bir yer benim için. Denize açılınca daha bir uzaklaşıp kendine yaklaşır insan. Kâğıda kaleme sarılıp hayatın dibine doğru yaptığım her dalıştan, kendime ve hayata dair bir şeyler bulup çıkarmak, balık tutmak gibi bir yaşama biçimi... Ama her dalışta olduğu gibi, bunun da riskleri yok değil. Bazen canını da yakabilirsin, nefesin yetmez, denizin dibinde her balığa dokunamayacağın gibi bazı anılara da dokunamazsın, çarpılırsın, vurgun yemiş bir dalgıç gibi kalakalırsın dipte.

Hayatı eğlenceden ibaret gören kara insanlarından biri, “Herkes kendin ol diyor, ama ya kendim sıkıcı ve işe yaramaz biriysem” demişti bir defasında. Başka biri gibi davranmazsa, insanların dikkatini çekememekten, yalnız kalmaktan korkuyordu. Arzulanabilir biri olmaktı bütün mesele, bedeli ne olursa olsun. Tüm o kıyafetler, kişisel gelişim olayları, estetik cerrahiler bunun için vardı, başkası olduğu için de derinliği olmayan güvenlikli bir hayat yaşamak zorundaydı. Aslında böyle yaparak gerçekte o korktuğu sıkıcı ve işe yaramaz birisine dönüştüğünün de farkında değildi. Biz balıkçılar, kara insanları için kendi kendilerini hapsettikleri bir hayat yaşadıkları için üzülürüz, ama onları yargılamayız, bizimle oturup çay içebilirler. Tarlabaşı’nda sokak çocuklarının yazdığı bir duvar yazısındaki gibi, “Sevin bizi, sevelim sizi.” Ama kendisinden nefret edenlerden korkarız… Hayata düşman olmaktır faşizm, nefretle beslenen…

Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 11 Haziran 2014)

0 yorum: