Mizantropi
Posted: 7 Ocak 2019 Pazartesi by bülent usta in
0
-->
Sık sık duyduğum bir söz: “İnsanları sevmiyorum.” “Bir
hayvanın hayatı, bir insanın hayatından daha değerli, çünkü onlar insanlar
kadar kötü değil” ya da “İnsan, doğanın bir hatası” gibi sözler duymak, o kadar
olağan ki artık. Çağımızın benlik sorunlarıyla ilgili bir durum mizantropi,
yani insan kaçkınlığı, insanlığa karşı nefret, korku ve güvensiz hissetmek.
Ben öyle biri olamadım hiç, hayvanları da, insanları da
sanırım eşit bir biçimde seviyorum. Ama dostlarımdan duydukça, merak ettiğim
bir ruh haliydi bu. Bugünlerde Can Yayınları, Sybelle Berg’in “Uyuyan Adam” ve “Hayat
İçin Teşekkürler” romanlarını yayımladı. “Uyuyan Adam”ın arka kapağında yazar
için ‘mizantropi ustası’ yazıyordu ve heyecanla romanın içine gömüldüm. Güney
Çin Denizi’ndeki küçük bir adaya kaçmış olan romanın anlatıcısı yaşlı kadının
zihninde ve anılarında dolaştıkça, bu ruh halinin nedenlerini anlamaya
başladım. Aslında kendimde de benzer duygu ve düşüncelerin zaman zaman oluştuğunu
fark ettim.
Sybelle Berg, “Uyuyan Adam”da genel bir insanlık eleştirisi
yapıyordu: “Herkes kendini bir diğerinden üstün buluyor, bu da içimizdeki
saldırganlığın, bitmek bilmeyen bir kulak çınlaması gibi sürüp gitmesine sebep
oluyordu.” Başka bir yerde de şöyle yazıyordu Berg: “Gençken hayvanseverlere
sinirlenir, neden enerjilerini insanları kurtarmak için kullanmadıklarını
anlayamazdım, şimdiyse anlıyorum. (…) İnsanlar kendilerine küçük küçük, güzel
sebepler buluyorlardı ama birçoğunun çok büyük bir budalalığın ya da alçaklığın
ürünü olduğunu göstermiyorlardı kimseye.”
Romanın anlatıcısı kadını, böyle düşünmeye ne itmişti? Hayal
kırıklıkları mı? Anlam krizi mi? Kültürlerdeki kötülük üretmeyi ya da kötülüğü
meşrulaştıran ikiyüzlü değerler mi? Eğer kötülük meşrulaştırılmaya çalışılıyor
ve kimse sesini çıkarmıyorsa, bu bütün insanlığı kötü ve zavallı mı yapardı? İşini
geri istediği için şiddet görenleri ya da sokağın ortasında defalarca
bıçaklanan birini uzaktan izleyen yüzlerce insan, bu kötülüğün bir parçası
mıydı? Aynı zamanda bu insanlar, insanları sevmediklerini mi düşünüyorlardı?
Çağımızın anlam krizinin gelip dayandığı yer, tam da bu ve
benzeri sorularda kendini gösteriyor. Benlik, insan bedeninin sınırları içine
hapsedilecek bir şey değil, başka insanlarla, sokaklarla, kitaplarla oluşan ve
etkileşen bir şey. Benliklerimizi kuşatan bu kültür ve sistemin arızalı oluşu
mu, anlam krizini ve kötülüğü yaratıyor? Mizantropi, bu açıdan bir teslim oluş
mu, yoksa eleştirel gücüyle bir isyan mı? İnsanları sevmiyorum derken, aslında sevgiye
duyulan büyük bir ihtiyaç mı dile getiriliyor? Ne çok soru… Sybelle Berg gibi iyi
bir yazarı okumak, yanıtlardan çok sorularla meşgul ediyor insanı, her yanıt
başka sorular ortaya çıkarıyor.
Şu bir gerçek ki, var olan sistem ve kültürel yapılar,
insana yetmiyor. Ayrıntı Yayınları’nın çoğu kitabını yayımladığı Richard
Sennett’in yazdıklarına bakınca, bu yetmeme durumunun nedenlerini ve
çözümlerini bulmak mümkün. İnsanlar, kuşatıldıkları ve kendilerini çaresiz
hissettiren bütün bu yapıları değiştirebilecek güce sahipler. Zygmunt Bauman, “Benlik
Pratikleri” kitabında, çözümün insanın genlerine işlemiş olan ‘dayanışma’yla
mümkün olacağını iddia ediyordu. Rekabet üzerine kurulu kendi kendini yaratma
ve kabul ettirme kiplerinin yerini, işbirliği ve dayanışmaya dayalı kendini
tanıma ve özgürce ortaya koyabilme alırsa, insan potansiyelinin büyük bir
zenginliğe ve çeşitliliğe sahip olabileceğini iddia ediyordu. Yani, mizantropi
haklı bir eleştirelliğe sahip olsa da çözüm yeni bir ahlaki devrime neden
olacak dayanışmada…
Bir an, Berg’in roman karakteriyle Bauman’ın bu
iyimserliğini paylaştığımı hayal ettim. Şöyle yanıt verdi romanda: “Muhtemelen
insan kadar kendi fikirlerinin parlaklığından emin ve aptallığını şiddetle
savunan çok az hayvan vardı.”