KORKUYORUM LİDİA!
Posted: 23 Eylül 2009 Çarşamba by bülent usta inYargıtay Ceza Genel Kurulu, Siirt’te ‘zırhlı’ bir askeri araca taş atanlara, elindeki otomatik silahla yedi kurşun sıkan ve göstericilerden birinin ölümüne neden olan askere ceza verilemeyeceğini hükmetmiş… Sebep olarak da ‘bölgenin özellikleri’ gösterilmiş. Demek ki, bölgeden bölgeye farklılıklar gösteriyor yasalar. Bu karara bakarak, eğer Güneydoğu’da görev yapıyorsanız taş atana kurşun sıkabileceğiniz anlamı çıkmıyor mu? Sık sık kitlesel nümayişlerin düzenlendiği o topraklarda, demek ki daha pek çok gösterici can verecek bundan böyle. Çünkü eğer, ortada bir zırhlı araç ve silahlı adamlar varsa, o zırhlı araca mutlaka birileri taş atacaktır. Dünyanın her yerinde bu böyledir. Taş atılacağı içindir ki, o araçlar zırhlıdır. Asayişçilerle nümayişçileri karşı karşıya getiren gösterilerde, zırhlı araçlara mutlaka birileri bir şey atar. Ve o zırhlı araçlarda bulunanlar da ya su sıkar ya da göz yaşartıcı bomba atar ve oyun böyle sürer gider. Eğer birisi, aracından çıkıp otomatik silahla göstericilerin üzerine ateş açabiliyor ve yasalar onun yargılanmasını engelliyorsa, bilin ki bu katliamlara davetiye çıkarmaktır. Taş atan çocukları hapse atmamız yetmedi, şimdi hepsini teker teker mezara gömeceğiz anlaşılan.
Yolculuk ettiğim trenin penceresinden bakarken, aklıma Pessoa’nın Ricardo Reis imzasıyla yazdığı bir şiirin dizeleri geldi: “Yazgı korkutuyor beni, Lidia. Hiçbir şey kesin değil” diye başlıyordu şiir ve şöyle bitiyordu: “Yeğleriz bildiğimiz yetersiz hayatı / Yeniliğe, o uçuruma.” Pessoa’nın şiirlerinden seçmelerin bulunduğu ‘Uzaklıklar, Eski Denizler’ adlı kitap, Cevap Çapan çevirisiyle Can Yayınları’ndan daha yeni çıktı. Daha önce, Işık Ergüden’in çevirisinden okumuştum bu şiirlerin bazılarını. Tren yolculuğum devam ederken, yanıma Fernando Pessoa’nın oturması bu yüzden. Elimde kitabı, şiirlerini mırıldanıp duruyorum, taş atan çocukları düşünürken.
Neden yeğleriz bildiğimiz hayatı, yeniliklere? Başka türlü yaşayabilecekken, neden bu yetersiz hayatları yaşamaya zorlarız kendimizi? Pessoa’nın dediği gibi korkarız çünkü. “Her an bir şey olabilir ne isek onu değiştirecek.” İşte ondan korkarız, ne isek onu değiştirebilecek şeylerden. Bu bir şiir bile olabilir ya da sanata ve siyasete getirilen yeni bir bakış… Bu bir aşk da olabilir, yaşadığınız her ne varsa, tümden geçersiz ve değersiz kılacak…
Lidia, beni de yazgımız korkutuyor, ama korkumun nedeni başka… Korkum, bu değişimden korkanların korkusunun yol açacağı şeyler… Ben, onların korkusundan korkuyorum. Yaşadıkları o korku, onlara çok fena şeyler yaptırıyor ve daha da yaptıracak... Çünkü artık zamanı durduracak silahları yok ellerinde. Her şey değişiyor ve daha da değişecek… Siyasetten sanata hiçbir şey olduğu gibi kalmayacak. Ve bir şeyler değiştikçe, onların bizi yetersiz bir hayata mahkûm eden anlayışları yavaş yavaş teşhir olacak. Ama bu kolay olmayacak Lidia… Hiç kolay olmayacak…
İçimizdeki Sayısız Varlık
Pessoa, Lidia’ya yazdığı o şiiri başka düşüncelerle yazmıştı muhtemelen. Ama her şiir, okunduğu yere ve kişiye göre farklı anlamlar kazanıyor ister istemez. Kafka’nın bu topraklarda okunuş şekliyle, İsviçre’de okunuşu aynı olabilir mi? Hatta insanın okuduğu zamana ve ruh haline göre de şekil alır okuma dediğimiz şey. Pessoa’nın bir başka şiirini anımsıyorum, orada şöyle diyordu: “Sayısız varlıklar yaşar içimizde, / Düşünsem de, hissetsem de, bilemem / Kim ne düşünür, ne hisseder. / Yalnızca hissedilen ve düşünülen / Bir mekânımdır ben.” Edebiyatı ve dolayısıyla hayatı mümkün kılan da, içimizdeki sayısız varlıklardır. Ve bu sayısız varlıklardan en çok haberdar olan ve başkalarını haberdar eden de sanatçılardan başkası değildir. İşte bu yüzden edebiyat ve sanat, özü gereği politiktir. Politik sanat diye dayatılan şey ve sanata politik müdahaleler de, bu yüzden sanatın sahip olduğu bu özü yok etme amacından başka bir şeye hizmet etmez. Onlar, içimizde yaşayan sayısız varlıktan korkuya kapılarak, kendileri için makbul olmayan varlıkları yok etmek istedikleri için bunu yaparlar.
Murat Gülsoy’un yeni bir kitabı çıktı bugünlerde Can Yayınları’ndan. ‘602. Gece’ adını taşıyan bu kitap, Gülsoy’un edebiyat ve sanat üzerine düşüncelerini aktarıyor. Kitabın bir yerinde, Nazilerin zulmüne uğrayan modern sanat eserlerinden de bahsediyor Gülsoy. Alman ruhuna aykırı olan eserlerin büyük bir kampanyayla nasıl yok edildiğinden… Ve yazarların nasıl Alman ruhunu övecek eserler yazmaya zorlandıklarından… Aklıma Nâzım Hikmet’e yapılanlar, 12 Eylül’de yakılan kitaplar ve filmler de geliyor. İster sol olsun, ister sağ, her türlü totaliter anlayış, içimizdeki o sayısız varlığa düşman kesilmiştir her zaman. Mesela Brecht’in oyunlarının yıllarca Sovyetler’de yasaklandığını biliyor muydunuz?
Gülsoy’un postmodernizme ve modern sanata yaklaşımında katılmadığım bazı noktalar olsa da, beni bu kitapta hoşnut eden ve heyecanlandıran şey, bir edebiyatçımızın edebiyat üzerine düşünen bir yapıt ortaya koyması. Öylesine az ve sınırlı ki bu türden çalışmalar. Romancı ve öykücülerimiz, tamamen edebiyat eleştirisi sahnesini terk etmiş gibi gözüküyor. Yazdıkları şeyin kendilerini bağlamasından korktukları kadar, aslında edebiyat üzerine çok da düşünmediklerini gösteren bir manzaraya işaret ediyor bu durum. YKY’den toplu yazılarının ‘Kitaplar ve Muharrirler’ başlığı altında üçüncü cildi çıkmış olan değerli romancımız Abdülhak Şinasi Hisar’ı okurken, hayıflanıyordum kendi kendime, neden bu türden yazılar bugün yeterince yazılmıyor diye. Bu sene, benim de ders vermeye başlayacağım Boğaziçi Üniversitesi’nde yaratıcı yazarlık dersleri veren Murat Gülsoy’un bu katkısı, aslında gecikmiş bir katkı olarak da düşünülebilir. Kitabın sonunda bahsettiği gibi, bu çabasını sürdürecek olması ise sevindirici bir gelişme.
Abdülhak Şinasi Hisar, kitabının bir yerinde edebiyatçılara nasihatte bulunuyor. İnanılmaz zevkli bir bölüm. Şöyle diyor nasihatlerinden birisinde: “Sözlerin dinleyen kulaklara göre değişir. Sen düşünmek hakkını kullanırsın. Biri kendi hukukuna tecavüz ettiğini sanır. Bir edebin vazifesi, kafasının inandığı fikirleri, ruhunun hisleri haline yükseltmektir” diyor Abdülhak Şinasi Hisar… Yani vazgeçmek yok… Bildiğin doğruyu ne pahasına olursa olsun söyleyeceksin… Sözlerin, dinleyen kulaklara göre değişse de…
Bülent Usta (Birgün, 23 Eylül 2009)