ORTAK YOLDAN ORTAK ZEMİNE

Posted: 16 Ağustos 2010 Pazartesi by bülent usta in
0

Başbakan, kadın örgütleriyle yaptığı demokratik açılım toplantısında Sakine Ana’dan bahsetmişti. Üç çocuğu gerilla olan ve üç çocuğunun da ölüm acısını yaşamış bir anneden... Sakine Ana’dan bahsederken, çocuklarını terör örgütüne kaptırmış ifadesini kullanmasına, Sakine Ana itiraz etmiş: “Benim çocuklarım terörist değil.”

Sakine Ana’yla empati kurmaya davet eden birisinin, “çocuklarını terör örgütüne kaptırmış bir anne” portresi çizmesine şaşırmıyoruz elbette. Ama demokratik açılımın gerçek yüzünü de bu türden ifadeler göstermiyor mu? Ve yine aynı siyasi partinin “demokratik anayasa” girişimine ne derece inanmak mümkün? Bu anayasa değişikliği, pragmatik, popülist ve fırsatçı bir siyasi geleneğin, bu türden demokratikleşme ataklarıyla daha radikal demokrasi taleplerinin önünü kesme çabası olarak görülebilir mi?

Eğer Türkiye’yi böylesine pragmatist ve popülist siyasi hareketlerin özgürleştireceğine inanıyorsak, halimiz pek de iç açıcı değil. Ama bu siyasi partinin karşısındaki muhalefete bakınca, insan çok daha büyük bir karamsarlığa kapılıyor.

“Birikim”in son sayısında “Turbulence” olarak anılan yazar kollektifine ait bir yazı yer aldı. Yazının başlığı “Zombi Liberalizme Karşı Ortak Zeminler – Belirsizlikte Yaşam?” “Turbulence”, İngiltere, Almanya, Amerika ve Brezilya’dan yazarların oluşturduğu bir kollektif ve “alternatif küreselleşme hareketi” içinde biraraya gelerek çareler arıyorlar. “Turbulence”, David Harvie, Keir Milburn, Tadzio Müller, Rodrigo Nunes, Michal Osterweil, Kay Summer, Ben Trott gibi yazarlardan oluşuyor.

Bahar Bilgen’in çevirdiği bu yazı, Türkiye’deki tıkanmış siyaseti anlamak için de oldukça önemli ipuçları içeriyor. Türkiye’nin, dünya gezegeninde bulunduğu çok sık unutulan bir gerçeklik. Türkiye’de solun, Hindistan’dan Afrika’ya başka sollarla bağlantısızlığı bilinen bir durum. Son zamanlarda bir Güney Amerika ilgisi var, ama o da oldukça sınırlı ve geçici bir ilgi gibi gözüküyor. Sanatta ya da siyasette, bir tıkanma sürecine girdiysek, mutlaka dışarıda neler olup bittiğine bakmamız gerek. Hatta, dışarısını artık dışarısı gibi algılamayıp dışarıya dahil olmak gerekiyor günümüzde. Çünkü Brezilya’daki bir işçinin kaderi, Türkiye’deki bir işçinin kaderinden bağımsız değil artık. Tıpkı, bir ülkede patlayan ekonomik krizin sadece o ülke sınırları içine hapsolmaması gibi…

“Turbulence”ın yazısında, Türkiye’nin de siyasi atmosferini belirleyen “orta yol”culuktan bahsediliyor uzun uzun. Türkiye’de siyaset, hep merkeze göre tanımlanan bir şey oldu. Siyasi partilerin ortanın solu ya da sağı olarak sınıflandırıldığını, hatta merkezde yer almak için partilerin kıyasıya mücadele ettiğini görüyoruz. Peki ya “orta yol”, yani “merkez” sabit bir yer midir? Aslında “orta yol” denilen şeyin, uçlara göre tanımlanması beklenir. Ama Türkiye’de sanki uçları “orta yol”a göre tanımlama eğilimi daha baskınmış gibi gözüküyor. Bu da siyasetin doğal akışı içinde şekillenememesinin bir sonucu olsa gerek. Merkezin sola kaydığı görüldüğü anda, askeri darbelerin gündeme gelmesi gibi. Mesela “Balyoz Planı”, merkezin İslamcılığa kaydığına dair bir endişenin ürünü değil mi?

Peki siyasette “orta yol”un önemi nedir? Öncelikle, “orta yol”dan ne kadar uzaklaşılırsa bir düşüncenin, projenin ya da eylemin gözardı edilme ya da bastırılma ihtimali artar. Ama “orta yol”a ne kadar yaklaşılırsa, “orta yol” tarafından içerilme ihtimali de vardır. Mesela AKP hükümeti, Kürt sorununu çözme iradesi ortaya koydu. Bu projesini hayata geçirmek için de “orta yol”u denedi. “Orta yol”u değiştiremeyeceği için, kendisini “orta yol”a çekmesi gerekiyordu. Ama Türkiye’deki “orta yol”, devletçi ve milliyetçi bir gelenekle tarif edilmişti her zaman. Projenin adı “Kürt Açılımı”ndan “Demokratik Açılım”a, ardından da “Milli Birlik ve Beraberlik Projesi”ne dönüştü. Sadece projenin isimlendirilmesindeki bu değişim bile bize “orta yol”un tanımını ve “açılım”ın yaşadığı değişimi göstermesi için yeterli. Ama “orta yol”a yaklaşma çabasının, devletin Kürtçe televizyona izin vermesi gibi, Kürt meselesinde bir “orta yol” kaymasını da sağladı.

“Turbulence”ın yazısında da karşımıza çıktığı gibi, var olan sistem içerisinde bir şeyleri değiştirmenin yolu “orta yol”a yaklaşmakken, aynı zamanda “orta yol” istenen değişimin niteliğini de dönüşüme uğratarak bir çıkmaza da sokuyor süreci. Kürt meselesinde yaşadığımız tıkanma, aslında bir “orta yol” krizinden başka bir şey değil. İsterse yüzlerce, binlerce uzman ya da siyasetçi çıkıp televizyonda konuşsun, yüzlerce köşe yazarı çareler arayıp dursun, Türkiye’de siyaset kendi doğal akışına bırakılmadığı ve “orta yol” tanımı değişmediği ya da ortadan kaldırılmadığı sürece, hiçbir değişim ya da çözüm talebini hayata geçirmek mümkün gözükmüyor.

“Turbulence” yazarları, “orta yol” siyasetine karşı, “ortak zemin” siyasetini öne sürüyor. “Çeşitli mücadelelerin, eylemlerin, söylemlerin, hedeflerin ve göndergelerin kesişmeleri ve çakışmaları” olarak tanımlıyorlar “ortak zemin”i. “Orta yol”un aksine, “ortak zemin”de her türlü uç fikir birarada bulunabiliyor, kendi kimliğini yitirmeksizin. Kürt sorununun çözümü için de, “orta yol”a değil, “ortak zemin”e ihtiyaç olduğu ve bu zeminsizliğin şiddet üretmek dışında bir işe yaramadığını anlamak gerekiyor artık.

Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 21 Temmuz 2010)

0 yorum: