İçsel Göç
Posted: 5 Şubat 2014 Çarşamba by bülent usta in
0
Hava bu aralar fena halde sıcak ve
bunaltıcı. Geceleri uyumakta zorlandığım için, evimin balkonuna oturup sokağın
sessizliğini dinleyerek güneş doğana kadar okuyup duruyorum, uykunun oturduğum
balkona tatlı bir esintiyle geleceğini düşünerek. Işte öyle bir gece, balkonun
tam altında bir kedi miyavlaması işittim. Öyle tuhaf miyavlıyordu ki kedi,
aklıma çok uzun zamandır görmediğim üç kulaklı bir kedi olan İvam geldi önce.
Eski okurlarım İvam’la olan sohbetlerimi bilirler. Her şeyi duyabilen mucizevi
üçüncü kulağını ve başka dünyalardan getirdiği o bilgece sözleri… Oturduğum
yerden fırlamış, gecenin sessizliğine aldırmadan “İvam!” diye bağıracaktım ki,
İvam balkona fırlayıp sesimi kesti hemen: “Olup bitenin farkında değilsin
galiba. Bu sessizlikte bağırmak hiç akıllıca değil.”
Bir kediyle beraber yaşıyorsanız,
kedilerle nasıl hasret giderildiğini de bilirsiniz. Biz de öyle sarmaş dolaş
olduk hemen. İvam, doğaüstü bir kedi olsa da, kediydi nihayetinde. Beni çok
uzun zamandır yalnız bırakmıştı ve şimdi hiç ummadığım bir anda çıkıp gelmişti.
Görüşmeyeli evim bile değişmişti, şimdi bir başka balkonda sabahlıyordum. Tabii
ki ona yeni balkonumu nasıl bulduğunu sormadım hiç, ne de olsa sihirli bir
kediydi. Dedim ki: “Neden şimdi geldin sevgili İvam? O zor zamanlarda dostluğunu
çok aramıştım.” Bir kedi nasıl gülerse, öyle güldü İvam: “Sen fark etmedin ama
yanındaydım zaten. Ama geçen sabah seni vapurda görünce, artık yanına gelmem
gerektiğini anladım. İçine çekilmiştin sanki, vapurun güvertesinden denizi ya
da martıları görmüyormuş gibi bakıyordun.” “Haklısın,” dedim İvam’a “sadece ben
değil, bu aralar herkeste bir içsel göç durumu var. Bir yandan kürtaj yasağı
tartışmaları, bir yandan Roboski Katliamı ya da Urfa Cezaevi’ndeki yangın gibi
ardı arkası gelmeyen acı olaylar ve bir yandan her şeye rağmen devam eden koyu
bir sessizlik…”
İvam, söyleyeceği şeyler konusunda
kararsızmış gibi kuyruğunu sallayınca, pek de moral verici şeyler
söylemeyeceğini anlamıştım: “Böyle olacağı belliydi. Daha da kötüye gidecek her
şey. Sana moral vermek için gelmedim buraya. Tüm bu olacakları sen ve senin
gibi yazarlar yazıp durmuştu zaten. Ama bir şeyler kötüye, daha kötüye gidiyor
diye insanların umutsuzluğa kapılıp kendi iç dünyalarına çekilmemeleri, ne olup
bittiğini anlamaya devam etmeleri gerekiyor. Bir şeylerin iyiye doğru
gideceğine inanarak gazete yazısı, şiir ya da roman yazılmaz ki.”
İvam’a “Haklısın,” demekten başka
bir şey söylemek elimden gelmezdi. “Pek çok insan, bu aralar fena halde umutsuz
İvam. Hannah Arendt’in bahsettiği bir tür ‘içsel göç’ durumu yaşıyorlar. 12
Eylül’le başlayan bir süreç aslında bu ‘içsel göç’. Metis Yayınları’ndan çıkan
‘Dünyayı Bugünde Sevmek’ adlı kitabında Hannah Arendt’in politika anlayışını
irdeleyen Fatmagül Berktay da ‘içsel göç’ün altını özellikle çizmiş. Şöyle
yazmış kitabında Berktay: ‘Kişinin kendi benliğine kaçışı politikayı yok eder
ve sonuçta kişi, artık dünyadaki bir politik düzenin yurttaşı değilmiş gibi
hareket etmeye başlar.’ Bütün mesele, bu içsel göçü durduracak yeni politikaların
üretilip üretilemeyeceği. Berktay’a göre bu mümkün. Bana göre de mümkün ama, Türkiye’deki
siyasi ortam ne teoride, ne pratikte insanların birer ‘özne’ olarak yer alabileceği
olanaklara sahip değil. Kendilerini ait hissetmedikleri gruplara yamanıp,
üretimine iştirak etmedikleri bir siyasi söylemi sahiplenmeye çalışmak yerine, içsel
göçlerini akılcılaştırarak sistemin kuytu bölgelerine çekildiklerini görüyorum.”
İvam, “Ama sistemin kuytu bölgesi diye bir şey yok,” diye söze girdi hemen: “Egemen
gücün kendisi için tehlikeli olarak gördüklerine öncelik tanıyor olması,
sıranın diğerlerine gelmeyeceği anlamına gelmiyor. Saklanacak bir yer yok
aslında. Yasakların, sansürlerin, katliamların, tutuklamaların, savaş
çığırtkanlıklarının, hak gasplarının artarak devam edeceğini görmek için ne
medyum olmaya, ne de benimki gibi üçüncü bir kulağa ihtiyaç var. Önemli olan,
tüm bunlar olup biterken, olup biteni anlamaya çalışmaktan vaz geçmemek. Çünkü
sistem, hakikati kendi tekeline alarak köle suskunluğu talep ediyor. Sadece bir
kişiyi bile hakikat arayışı içine sevk etmek, en gösterişli eylemlerden daha
önemli bir hale geldi bugün. Eğer sen, o hakikat arayışındaki kişiye, köşendeki
bu yazılarla az da olsa yardımcı olabiliyorsan, üzerine düşeni yapıyorsun
bence.”
İvam, bir biçimde bana yine moral
vermeyi başarmıştı. İvam’la konuşurken, Foucault’nun şu sözlerini anımsamıştım:
“Bir entelektüelin görevi başkalarının siyasi iradesine şekil vermek değildir;
entelektüelin görevi, insanların zihinsel alışkanlıklarını, olayları ele alma
ve düşünme biçimlerini tepeden tırnağa sarsmak, alışılmış ve genel geçer
şeyleri yıkmak ve kurumları yeniden incelemek ve bu sorunsallaştırma temelinde
siyasi bir iradenin oluşum sürecine katılmaktır.”
İvam kucağıma kıvrılmış, birlikte
balkonun serinliğinde gecenin sessizliğini dinlerken, Philippe Djian’ın “Betty
Blue” adlı romanında yazdığı “Ve bundan sonra insana sadece ümitsizliğin
kaldığına inanmak, bir kere daha yanılmaktır. Çünkü ümitsizlik de bir
yanılsamadır,” sözünü anımsayarak gülümsedim…
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 27 Haziran 2012)