Edebiyatın Sansür Gücü
Posted: 1 Mart 2014 Cumartesi by bülent usta in
0
Başbakan, Ece Ayhan’ın “Yalınayak
Şiirdir”inden bir dizeyi araklayıp “Biz tüzüklerle çarpışarak büyüdük” diyor
kendisiyle röportaj yapan “The Istanbul Review" dergisine. Başbakan, Ece
Ayhan’ın o şiirini okudu mu, okuduysa ne anladı bilmiyorum ama, Ece Ayhan’ın,
adını ve şiirinden bir dizeyi anarak kemiklerini sızlattığına eminim. Çünkü
Başbakan’ın tüzüklerle çarpışmaktan anladığı şey, Ece Ayhan’ın anlatmak
istediği şeyin tam tersi. Birisi kaymakamlık yaparken istifa etmiş, yoksul bir
şair olarak aramızdan ayrılmış, diğeri o çarpışarak büyüdüğü tüzüklerin
efendisi olmuş, hatta şimdi o tüzükleri bir iktidar aracı olarak kullanıp
başkalarını tüzüklerle çarpıştıra çarpıştıra büyütüyor.
Pekiyi, Başbakan, Ece Ayhan’ın bu
dizesini hangi meseleyle ilgili soruya yanıt verirken kullandı dersiniz:
Edebiyatta sansür... Şöyle diyor Başbakan: “Sansür, sadece edebiyatta değil,
sanatta, medyada, siyasette ve diğer alanlarda da kabul edilmez bir engelleme
yöntemidir. İfade özgürlüğü, bizim de üzerinde hassasiyetle durduğumuz ve
standartlarını her geçen gün yükselttiğimiz bir alandır.”
Hapiste yatan yazar ve gazeteciler yüzünden
Türkiye'ye gelmeyi reddeden Paul Auster’e haddini bildiren aynı Başbakan değil
miydi? Daha basılmamış bir kitabın toplatılmaya çalışıldığı zamanlarda, kendisi
şiir okuduğu için cezaevinde bir mahkûm muydu, yoksa başbakan mıydı? Yakınlarda,
Başbakan’ın partisi, Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na basına sansürü arttıran bir
teklif götürmemiş miydi? Yine aynı Başbakan, Erbil Tuşalp’e Birgün’de
yayımlanan yazısı yüzünden dava açıp tazminat ödettirdiği için, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi’nde Türkiye’yi 5 bin euro tazminat ödemeye mahkum ettirmemiş
miydi? William S. Burroughs’un “Yumuşak Makine”sini, Chuck Palahniuk’un “Ölüm Pornosu”nu,
bilirkişi raporları “sansürlenmesin” kararı vermesine rağmen, kitapların
yayıncıları ve çevirmenlerini, bir daha böyle şeyler yaparsanız yeniden
yargılarım diye tehdit eden bir kararı, yine başbakanı olduğu ülkenin mahkemesi
vermemiş miydi? Basına yönelik sansürün sadece yasalar aracılığıyla gerçekleşmediğini,
iktidar partisinin elindeki her tür aracı kullanarak medyayı nasıl
sessizleştirdiğine herkesin tanık olduğu bir zamanda, Başbakan nasıl olur da,
ifade özgürlüğünün standartlarının her geçen gün yükseltildiğinden
bahsedebiliyor?
İçimin daraldığını
gören, üç kulaklı kedi dostum İvam yanıma geldi hemen. Sansürcülerle ilgili
komik şeyler anlatmaya çalıştı. Onların genellikle iyi kitapları
yasakladığından, yıllar sonra sansürlenen kitapların nasıl üniversitelerin
okunması zorunlu kitap listelerine girdiğinden…. İvam’a göre sansürcüler, gerçeklerle
yüzleşme konusunda beceriksiz ve korkak oldukları için, sansüre ihtiyaç
duyuyorlardı.
İvam gibi üzülemiyorum
sansürcülerin varoluşsal sorunlarına. Sansür, birtakım insanların varoluş
sorunları yüzünden kaynaklanan bir mesele olmaktan daha öte bir şey. Bugünlerde
YKY tarafından yayımlanan “Cogito” dergisi, Michel Foucault’yu özel bir sayıyla
ağırladı sayfalarında. Foucault, iktidarların kimliği sabitleme, bir
hiyerarşiye dahil edip denetleme stratejileriyle uğraşmıştı. Sansür, o
stratejilerin araçlarından birisi. Gazete ve dergilerde teşhirci pek çok metne
izin varken, edebi metinlere sansür uygulanmasının bir anlamı olmalı mutlaka. Televizyonlarda
ya da gazetelerde kullanılan dil, iktidar söylemine ait kontrol edilebilir bir
dildir ve cinselliğin sömürüsü ve denetlenmesi amacına hizmet eder çoğunlukla.
Ama edebi metinler, edebi oldukları sürece başka bir söyleme dahildirler ve ürettikleri
hakikatin kontrol edilmesi öyle kolay gerçekleşmez. Çünkü, edebiyat ve sanat,
iktidarların en çok korktukları bir alana yönelerek kültür ve etik içinde
çalışarak yeni anlamlar, yaşam tarzları üretirler. Yoksa hiçbir iktidar baskıcı
ve sansürcü olmak istemez. Baskı ve sansürün olumsuz çağrışımlarından uzak bir
biçimde, bedeni ve cinselliği kuşatmanın yollarını arar ve sevilmek ister her
iktidar.
Türkiye’de baskı ve
sansür açısından yaşadığımız bu ağır sürecin en önemli nedeni, ülkenin güçlü
bir muhafazakâr iktidar tarafından yönetiliyor oluşu. Muhafazakârlar için en
tehlikeli şeylerden birisi, toplumun yaşam tarzındaki değişim olduğu içindir
ki, sanata özel bir ilgi göstererek heykelleri yıkmak, tiyatroları yönetmek ya
da edebiyatı hizaya sokmakla ilgili özel bir gayret içinde. Üstelik günümüzde
insanların çoğu, içine düştükleri içsel boşluk yüzünden, Hannah Arendt’in bahsettiği
totaliter tahakkümün koşullarına fazlasıyla hazır gözüküyorlar. Ama yine de
işleri zor. Bir şiirin ya da romanın neler yapabileceğinden habersizler.
Habersiz olanlar keşke sadece onlar olsaydı…
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 25 Temmuz 2012)