Sır da yanar!

Posted: 21 Mayıs 2014 Çarşamba by bülent usta in
0

İçten içe yanıyor maden ocağı, Türkiye gibi... Çıkar ve iktidar hesapları yüzünden sadece madenler değil, Türkiye de yangın yeri, görünmez alevler yükseliyor her yerden. Bizim sokağın en yaşlı kedisi Prenses’le apartmanın çatısına çıkınca böyle şeyler görüyorum. Yaşananları başka türlü görmemde kedilerin bir etkisi olduğu kesin, özellikle Prenses’in. Bilge Karasu da kedilerle yazdı hep, kedilerdi gerçekte yazan. Soma’ya gittiğimi hayal eder etmez kendimi orada buldum mesela, Prenses de ihtiyar bir kadın olarak karşıma çıktı, bakışlarından tanıdım. Beni görür görmez, “Herkesin bildiği sır olmaz sanma” dedi. Herkesin bildiği nasıl sır olabilir ki?

“Bak” dedi, “soruyorlar madencilere, herkes katliamın gelişini görmüş, hissetmiş, çıkan sıcak kömüre dokunmuşlar avuç avuç, hemen yanlarındaymış yangın, ama sır gibi saklamışlar kendilerinden bile.” Herkesin bildiği sırlarla doluymuş içimiz, bilip de söylemiyormuş kimse. Eğitimde, sağlıkta, ekonomide, sokaklarda ve her yerde içten içe yanıyormuşuz, içimizden yanıyormuşuz, içimiz yanıyormuş, ama söylemiyormuş kimse, söyleyenleri de duymazlıktan geliyormuşlar. Büyü diyor buna ihtiyar kadın, kara büyü yapılmış insanlara, askeri darbelerle boşuna kafalarına kafalarına vurulmamış, boşuna komünist avına çıkılmamış memlekette. Kara büyü, neoliberalizmin İslamcı siyasetle yerelleştirilmesiymiş, yeni iktidarın yeni sermayesiymiş muhafazakârlık elbisesi giydirilen, içi başka, dışı başkaymış. Kaçınılmazmış bu yangın, ne kadar artarsa siyasetsizlik o kadar artarmış dini ve milli hezeyanlar, kimlikleri varoluşları kundaklayarak büyüyormuş yangın…

Sendika başkanı ve genel sekreteri bile televizyonda harika maden ocağı demişler, yüksek güvenlikli ölüyormuş işçiler, hayali yaşam odaları varmış herkesin. Denetçiler, en fazla 300 metre giriyormuş madene, daha ileriye giderlerse vicdanlarıyla karşılaşmaktan korkuyorlarmış, kuzu çevirme yerken iştahlarının kaçmasından, yemezlerse kuzu kuzu çevrilmekten… Gökdelenlerdeki yüksek güvenlikli odalarında güvenliksiz madenleri görüşüyormuş takım elbiseliler. Şehit oldular deriz, Ortaçağ’daki madencilerin ölümüyle kıyaslarız, din adamları dolaşır kapı kapı, Toma’lar dolaşır sokak sokak, kader deriz, kaza deriz, ikna edemediğimize basarız tokadı tekmeyi, nasıl olsa her denileni yapan güvencesiz işçilerden gazetecilerimiz, televizyoncularımız var, her şeyi güzelce saptırırlar, istediğimiz pozu veririz diyorlarmış.

Sendikaların zaten sesi soluğu çıkmıyormuş, sapsarı oturuyorlarmış koltuklarında, bürokratlaşmışlar, mafyalaşmışlar, sınıf mücadelesinden uzaklaştıkça. Zaten sınıf mı kalmış bu zamanda, bireyselleştiriliyormuş herkes, bireysel emeklilik gibi... Bırak siyasetin sağını solunu, siyaset bırakmamışlar memlekette. Paralel bahanesiyle mahkemeleri ve polisi istedikleri gibi hizaya sokmuşlar, darbe tehdidiyle ordunun da sesini soluğunu kesmişlerdi, oh mis gibi diyorlarmış. Muhalifleri ya biber gazı manyağı yaptık ya da dava… Ne yapsak olağanlaşıyor memlekette, yaptıkça yapasımız geliyor, yaptıkça yapasımız… Gömleğini iki gün çıkarmadın mı, medyada can başla çalıştığın nasılsa görülür, nasıl da şefkatliyiz, hem döver, hem severiz… Hiçbir şeye boyun eğmediğimizi, istifa diye bağıran kalabalığa koruma ordusuyla dalışımızdan anlarlar artık. O kalabalık istifa diye bağırsa da, içlerinde devlet korkusu var ya, tokat yeseler bile yemedik, kazaran çarptı o el derler diyorlarmış. Müşavir, öyle bir tekme atmalıymış ki mesela, manşetlerle mesaj yerine ulaşmalı, yedi düvel anlamalıymış, bu iktidar istedikleri zaman değiştirebilecekleri bir oyuncak değil, olsa olsa oyuncak görünümlü bir Toma. Zaten Toma’nın bile oyuncağı çıkmış. Soma’nın adını Toma’yla karıştırıyorlarmış artık, Toma’lar koruyormuş iktidarı alevlerden. Arıza yapmamalı, suyu, gazı eksik edilmemeliymiş bu yüzden, Gezi diye bir şey olursa, düşün kaç yüz işçi öldü, bir daha olursa Gezi diye bir şey, ya olursa… Rüyalarına dahi giriyormuş, “Geziciler gelecek, Geziciler gelecek” diye sayıklıyorlarmış, telsizlerden anons ediyorlarmış “Geziciler gelecek, sokmayın Soma’ya”, görünmez alevler her yeri sararken… Soruyormuş telsizden bir ses, “Neye benziyor bu Geziciler?”, yokmuş bir tarifi, gaz maskesi, baret, deniz gözlüğü varsa yanlarında, bukelamunlar gibiymiş bu Geziciler, avukat, doktor, öğrenci, tiyatrocu, hatta mahalleli teyze bile olabilirlermiş, Vendetta maskesi çantasında. Gözlerine bakın diyorlarmış, gözlerinde bir pırıltı varsa, bir hayat belirtisi, basın gazı, geleceği gören gözlerin ışığı varmış onlarda… Işığı varmış onlarda…


Görünmeyen alevler arasında, ihtiyar kadın dedi ki bana, “Herkesin bildiği sır olmaz sanma…” Kaçtı gitti Prenses…

Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 21 Mayıs 2014)

0 yorum: