Bulutlar Gibi
Posted: 7 Mayıs 2014 Çarşamba by bülent usta in
0
O gün “pantolonlu ya da etekli bir
bulut” olacak herkes, Mayakovski’nin şiirindeki gibi… Aşk gibi bir şey çünkü bu,
hikâyesi çok eski bir aşk… O gün, İstanbul işgal edilmiş olsa da polis gücüyle,
kapatılsa da şehir, “Senede Bir Gün” şarkısındaki gibi aynı gün aynı yerde
buluşmak için yürüyecek binlerce insan, dünyayı kuşatan karanlık ve sessizliği
bozguna uğratmak için…
Süssüz temiz bir kıyafet giyeceğim
ben de o gün, sevinç kadar hüzün olacak çünkü içimde, saklanmaz bir hüzün…
Yürürken iki de bir gökyüzüne bakacağım, gökyüzü de bana bakacak, pantolonlu
bir bulut olacağım çünkü. Bulut olmadan hareket etmemiz mümkün değil, dünya, üzerinde
yaşayan insan sayısı kadar parçalarına ayrılmışken. Bulutlar gibi birbirimize
karışıp ayrılacağız ve sonra çakan şimşeklerle… Hiç eskimeyecek bir aşk çünkü
bu, hikâyesi eski olsa da…
Ama isterdim ki, nümayiş
kültürümüz, Walter Benjamin’in bahsettiği şu içimizdeki hastalıklı sol
melankoliden kurtulsun. İsterdim ki, sendikalar, örgütler nümayişleri ciddiye
alsın, kendi küçük iktidarlarını değil... Nasıl devlet, nümayişleri engellemek
için binbir türlü plan yapıyor, stratejiler geliştiriyorsa, şöyle bir dünyadaki
nümayişlere bakıp stratejiler geliştirilsin, öyle slogancı, dümdüz olmasın bir
şey… 1 Mayıs’a yakışanın derdinde olsun herkes. O kimsenin dinlemediği kürsüler,
o sanki insanlar kurtarıcı bekliyormuş gibi sözler olmasın artık. Eskilerin
yanına yeni şarkılar yapılsın, yeni şiirler yazılsın… Cemal Süreya’nın dediği
gibi aşklar da bakım ister çünkü. Sadece bakım da değil, insanların içindeki
“sol arzu”yu yenilemek, o arzuyu tüketen melankolinin kayıtsızlığından ve
kaderciliğinden kurtarmak gerek.
Jodi Dean, YKY’den çıkan “Komünist
Ufuk” adlı kitabının bir yerinde, Walter Benjamin’in “Sol Melankoli” makalesini
tartışıyor, muhafazakârlığın özsaygı yitimiyle ilişkisini, geçmişin değerlerini
yücelterek kendi değersizliğinden kurtulma çabasının sonuçsuzluğunu… Aslında
her şey tam da insanın kendisinde, varoluşunu bir sanat yapıtına
dönüştürmesiyle ilgiliymiş gibi geliyor bana, yani bütün mesele pantolonlu ya
da etekli, bir bulut olmakta gizli. Yaratıcılığın çekim gücünün serbest kalmasının
her şeyi nasıl tersyüz ettiğini, sokakların kölesiz efendilerle nasıl dolup
taştığını görmüş, yaşamıştık Gezi’de.
Renata Salecl’in Metis’ten çıkan “Seçme
İkilemi” adlı kitabının yayımlanması anlamlı bu yüzden. Tüketim toplumu içine
sıkışmış bireyin varoluş mücadelesini anlamanın ve çözümler üretmenin
aciliyeti, bugünlerde Galataperfom’da sahnelenen Şenay Tanrıvermiş’in yazdığı
ve Yeşim Özsoy Gülan’ın yönettiği “Dil” adlı oyunda da ele alınıyor ki, izlemelisiniz.
Tüm o tüketim çılgınlığının nasıl bir doyumsuzluğa neden olduğunu ve insanı
azar azar gerçeklikten koparıp nasıl yok ettiğini, oyuncuların o inanılmaz
performansıyla sahnede izlerken, Salecl’in kitaplarında bahsettiği günümüz
insanının kaygı hâlininin nedenlerini düşünüp durdum. Yaşamlarımızı
kusursuzlaştırma iddiasıyla önümüze konan reçetelerin sahteliği ve varoluşumuzu
kemirerek beslenen uzmanların, kişisel gelişimcilerin ve medyanın insanları
sürüklediği sefalet, ancak yaratıcı enerjinin “sol arzu”yla buluşmasıyla
önlenebilirmiş gibi geliyor bana.
Çok küçüktük daha, ilk aşkımla 1 Mayıs’ta Taksim’e yürüyorduk,
yine yasaktı ve her yerden karşımıza polisler çıkıyordu. Birbirimize dua eder gibi
devrimci şiirler okuyorduk, içimizde korku ya da umutsuzluk yoktu. Öylesine
haklı ve hak edilmiş bir gündü ki 1 Mayıs, dünyanın bütün ordularını dahi
önümüze yığsalar, sanki bir yolunu bulup Taksim’e çıkacaktık. Bir ara
Beyoğlu’nun ara sokaklarında birbirimizi kaybetmiştik. Ters yönlere doğru
koşarken, başka bir ara sokakta karşılaştığımızdaysa, Taksim’e çıkmış gibi
sevinmiş, Mayakovski’nin şiirindeki gibi birer dudağa dönüşmüştük, kavuşan
dudaklar... Kazanmaktan daha önemliydi vazgeçmemek. Ataol Behramoğlu’nun
şiirini okuyarak yürümeye devam etmiştik sonra Taksim’e doğru. Bütün yollar
Taksim’e çıkar… “Bir gün mutlaka yeneceğiz! Bir gün mutlaka yeneceğiz! / Bunu
söyleyeceğiz bin defa! / Sonra bin defa daha, sonra bin defa daha,
çoğaltacağız marşlarla / Ben ve sevgilim ve arkadaşlar yürüyeceğiz
bulvarda…” Bulutlar gibi…
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 30 Nisan 2014)