Aksi İstikamet
Posted: 5 Eylül 2013 Perşembe by bülent usta in
0
Sandığımız hayatı
yaşamıyoruz çoğunlukla. Bir tür hayal dünyası içinde bize kabul ettirilmiş
sahte kimliklerle yaşıyoruz. Bu sahte kimlikler, geçici olarak bizi rahatlatan,
yaşama gayemizi inandırıcı kılan özelliklere sahip olsa da, bir taraftan da
olduğumuz ya da dönüştüğümüz şeyi bizden gizleyerek sonumuzu hazırlıyor
aslında.
İnsanların çoğu
gerçekte kim olduğunu merak ettiği için, tarih ve psikolojiye ilgi de her geçen
gün artıyor. Çünkü “kim” olduğumuz, sadece kişisel tarihimizle alakalı bir şey
değil. Resmi tarih söylemiyle, bu topraklarda yıllardır sanki başka bir ülkede
yaşıyormuş gibi yaşayan çok insan olduğu ortada. Her iktidar, kendi resmi
tarihini yaratmak konusunda hiç zorlanmadı, çünkü insanların belleği öylesine
güzel terbiye edilmişti ki, herkes o boş kâğıda istediğini yazabilirdi,
yazıyor. Ama bir de olduğumuz, sürekli bir oluş halinde yaşadığımız bir
gerçeklik var, bir tür bulanık bilinçle görebildiğimiz...
Walter Benjamin,
henüz internet ve cep telefonu keşfedilmemiş, televizyon bu denli
yaygınlaşmamışken, bellek dünyalarının kendini daha hızlı yenilediğinden, hızla
yenilenen bu bellek dünyalarına karşı, çok daha hızlı bir biçimde farklı bir
bellek dünyası kurulması gerektiğinden bahsediyordu. Düşünsenize, ortada daha
internet ya da televizyon yok ve Benjamin insanlığın kaderini etkileyecek bir
tehliken bizi haberdar etmeye çalışıyor. Yaşadığımız bu hızlı değişimi
görseydi, neler düşünürdü kim bilir? Bellek ve kimlik arasındaki o güçlü bağ,
bugün yaşadığımız kimlik sorunlarını, bellek sorunlarıyla birlikte düşünmemizi
dayatıyor. 1 Mayıs’ın yaklaştığı bugünlerde solun gücünü ve güçsüzlüğünü
düşünürken, solun siyaset yapma yeteneğinin zayıflamasını, kendisine yeni bir
bellek yaratma konusundaki isteksizliğine ve güçsüzlüğüne bağlar oldum. Önceki
kuşaklar deneyimlerini yeterince aktaramadığı için ve yaşadığımız travmalar ya
da iktidar hastalıkları yüzünden dürüstçe kendimizle, dönüştüğümüz şeyle
yüzleşemediğimiz için, yeni bir bellek ve kimlik yaratma konusunda olması
gereken ivme yakalanamıyor bir türlü. Kendi başına bilgi ve deneyim de yeterli
değil, o bilgiyi ve deneyimi işleyecek bir “bakış”a da ihtiyacımız var ki, yeni
bir tarih yazımıyla birlikte, bellek ve kimlik sorununu çözebilelim.
Ben kendi adıma,
sahip olduğum o bulanık bilinç içerisinde kendimi görmeyi, edebiyat sayesinde
başarmaya çalıştım, çalışıyorum. Ama tek bir yöne doğru hızla yürüyen bir
kalabalığın içinde, aksi istikamete doğru yürümenin hiç de kolay bir şey olmadığını
da kendi deneyimlerimden biliyorum. Azgın deniz dalgalarına benzeyen
kalabalığın, aksi istikamete yürüyenleri içine alıp yutması, bizleri el ele
tutuşup birlikte yürümeye zorluyor ama herkes kendi trajedisine öyle gömülmüş,
kendisinden ve hayal kurmaktan öylesine yorulmuş ki, o eller birbirini bulmakta
zorlanıyor çoğu zaman. İşte 1 Mayıs geliyor. El ele tutuşup yürümek için güzel
bir fırsat. İçine hapsolduğumuz ve korkularla kalınlaşan kabuğumuzun içinden
çıkıp, bir hayal için bir hayalin içinde yürüyeceğimiz gün yaklaşıyor.