Tamama Kederi
Posted: 5 Eylül 2013 Perşembe by bülent usta in
0
Pazartesi günü,
BirGün’ün 9. yaşını kutladık gazetenin bahçesinde. Dostların arasında keyifli
dakikalar yaşarken, yanıtını bildiğim soruyu kendi kendime sorup durdum:
“Zeynep Kuray nerede?” Sonra da İbrahim Çeşmecioğlu’nu aradı gözlerim. Ve
gazetenin eski çalışanlarını, yazarlarını... Keder, yine de gazetenin
bahçesinden içeri girmedi, giremedi...
Çünkü bir doğum günü kutlanıyordu ve herkes gibi ben de kederimi
bahçeden çıktıktan sonra almak üzere dışarıda bırakmıştım. Eğer bu topraklarda
yaşıyorsanız, kederinizle yaşamayı da öğreniyorsunuz. Ama öyle kederler var ki,
o kederlerle nasıl yaşanır hiç bilmiyorum.
Yakınlarda Belge
Yayınları’ndan Ragıp Zarakolu çevirisiyle çıkan Yorgo Andreadis’in “Tamama
–Pontus’un Yitik Kızı” adlı romanını okurken, kendimi Tamama’nın yerine koyup
düşündüm. 1916’da daha sekiz yaşındayken asker zoruyla yaşadığım köyden ailemle
birlikte sürülmüş, yollarda eşkıyalar, salgın hastalıklar, soğuk ve açlık
yüzünden babamı, annemi ve kardeşimi kaybetmiş ve tesadüf eseri bu korkunç
yolculuktan sağ kurtulup dilencilik yaparken yine tesadüf eseri bir ailenin
yanına sığınıp ölene kadar o ailenin yanında başka bir milletten ve dinden
biriymiş gibi yaşamak zorunda kalsaydım, içimde gizlemek zorunda kaldığım
kederin ağırlığını nasıl taşıyabilirdim bilmiyorum.
1993 yılında Abdi
İpekçi Türk-Yunan Dostluk Ödülü sahibi olsa da, Türkiye’ye girişi yasak olan
Yorgo Andreadis’in “Tamama” adlı romanı, gerçek olaylara ve kişilere dayanıyor.
Hatta kitabın sonunda Tamama’nın eski ve yeni yaşamıyla ilgili fotoğraflar da
yer alıyor ki, o fotoğraflara bakarken Tamama’nın gözlerinde tanık olduğu
olayların dehşetini ve içine kilitlediği o ağır kederi görebilirsiniz belki. Belki
diyorum, çünkü herkes kendisiyle öyle meşgul ki, başkalarının kederini görüp
anlayacak gönül gözünden yoksun olunabiliyor. Kitabın yazarı Andreadis’in
doğduğu topraklara giremiyor oluşu, çevirmeni ve yayıncısı Ragıp Zarakolu’nun
da daha yeni cezaevinden çıkmış olması, kendisi ölmüş olsa dahi Tamama’nın
kederli hikâyesinin bu topraklarda devam ettiği anlamına gelmez mi? İşte bu
yüzden Tamama’nın kederiyle nasıl yaşamaya devam ettiğimizi hiç bilemiyorum.
Yine yakınlarda
İletişim Yayınları’ndan çıkan “Harput’taki Hayalet” adlı romanında Metin Aktaş,
Tamama’da tanık olduğumuz kederi beyazlara bürünmüş güzel bir kadının
hayaletine dönüştürmüş ve bir Ermeni kızı olan Sato’nun insanları deliliğe
sürükleyen kederine yakından bakmamızı sağlamıştı. Resmi tarihin yok saydığı bu
acılar, sanki bir çatlaktan sızıp sızdığı yeri genişleten suyu andırıyor. Sato’nun
deliliğe sürükleyen hayaletinden ya da Tamama’nın kederinden kurtulmak
istiyorsak, sıvası dökülmüş ve çatlaklarla dolu resmi tarihin ardına bakıp
yaşadığımız ama farkında olmadığımız kederimizi tanımamız gerekiyor öncelikle.
Kübra
Kelebekoğlu’nun çevirdiği ve Sel Yayıncılık’tan çıkan “Modernite Nasıl
Unutturur” adlı kitabında Paul Connerton, “karakterimi ve gizilgüçlerimi
değerlendirişim, yani kendime dair bilgim büyük ölçüde geçmişte yaptıklarıma
bakış şeklim tarafından belirlenir” diye yazmış. Bugün yaşanan şey de, aslında
bakış şeklimizi yeniden yapılandırma sancısı. Kendimize dair bilgiyi bu
toprakların tarihinden başka bir yerde bulamadığımız içindir ki, resmi tarihin dışında
bir şeyler söyleyen her ürüne yoğun ilgi gösteriliyor. Bu bazen abuk sabuk
televizyon programları, ticari amaçla üretilmiş tarih kitapları ya da tarihi
romanlar olsa da, içimize kuşku girmiş bir kere, kemirip duruyor yapay
belleğimizi. Yaşadığımız toplumu belleksiz gibi gösteren de, geçmişe nasıl bakacağımızı
henüz bilemiyor oluşumuzla ilişkili bir durum.
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 18 Nisan 2012)