İllegal Yağmurlar

Posted: 13 Temmuz 2014 Pazar by bülent usta in
0

Sivas Katliamı’nı hatırlamadan bu topraklara dair siyasi bir yorum yapılamaz, vicdan kanar, akıl tutulur… Çok yazılar yazdım bugüne kadar içime çöken bu ağırlığı akıtmak için derinden yüzeye, ama işe yaramadı. Çünkü izin vermediler, gencecik ölümlere dair yüreğimize çentikler atmaya devam ederek... Biliyorlardı, ölen her Alevi, kendisi olarak ölmeyecek… Hrant Dink’in acısı tazeyken, Sevag’ın acısıyla hatırlattıkları tüm o acılar gibi… 24 Nisan nasıl tesadüf olabilir ki… Sivas’ta canların yakılması, üstelik Pir Sultan’ı anarken… Bu topraklarda ölümler eşitlemiyor kimseyi, her ölüm sadece ölüm olmuyor, tarihsel ve siyasi ağırlığı yüzünden. Tezer Özlü, Leylâ Erbil’e mektubunda boşuna yazmamış “Burası bizim yurdumuz değil ki, burası bizi öldürmek isteyenlerin yurdu” diye.

Tezer Özlü’ye yine de katılamıyorum, burası bizim yurdumuz, yaşadığımız için değil, öldüğümüz ya da öldürülme ihtimalimiz yüzünden, hayatı savunanların... Katliamcıları, bu ülkenin sahibi olarak görmem mümkün değil, ülkeyi yönetiyor olsalar dahi. Vatanseverliğimden değil bu itirazım, denizseverliğimden, dağseverliğimden, sokakseverliğimden, türküseverliğimden, şiirseverliğimden… Burası, hayata düşman olanların yurdu olamaz bir tek…

Kitlelerin yaratıcı şiirsel enerjisine ve her şeye rağmen varlığını sürdüren insanlardaki adalet duygusuna inanmaktan vazgeçmemek tek umudum, bazen karamsarlığın kara sularına yavaş yavaş battığımı hissetsem de… Elimde başka bir şey yok ve Gezi’ye tanık olduktan sonra o umut, benim için bir hakikate dönüştü, kendimi her daim âşıkmışım gibi hissediyorum bu yüzden. Hep balıkçı hikâyeleri yazasım var ama olmuyor işte her zaman. Didem Madak yazmıştı, “Çiçekli şiirler yazmama kızıyorsunuz bayım / Bilmiyorsunuz. Darmadağın gövdemi / Çiçekli perdelerin arkasında saklıyorum” diye… İşte o çiçekli perdeleri aralamalı artık belki de, darmadağınık gövdelerimizle birbirimize sarılmadan, Madak’ın bahsettiği o kendini bulutlarda saklayan “illegal yağmur”lardan başka türlü çakmayacak şimşek… Melankoli ve yas arasındaki ayrımı da hatırlatmalıyız kendimize sık sık... Melankolide insan kendini dünyanın karşısında değersiz hissederken, yasta, kaybedilen kişinin yokluğu yüzünden dünya değersizdir, çünkü eksiktir. O eksiklik giderilemese de, insanları bir araya getirir, çoğaltır. Judith Butler’ın “duygulanımsal mülksüzleşme” dediği o bağ, yaşanacak başka kayıplara karşı insanları birbirine kenetler. O kenetlenmenin yağdıracağı yağmura daha da ihtiyaç var bugün, illegal yağmurlara…


O yağmurlar yağmadıkça, şartlanmanın, gösterişin, hiyerarşinin ve katliamların sonu gelmeyecek. Yaşanılan katliamlar, siyasi yönü ihmal edilmeden tarihselliği içinde aydınlatılmadan, burası bizi öldürmek isteyenlerin hüküm sürdüğü topraklar olacak her zaman. Vaneigem yazmıştı, Ayrıntı’dan çıkan “Gençler İçin Hayat Bilgisi Kitabı”na: “İnsan yavrusunu, diğer türlerin yavrusundan ayıran şey, dünyayı dönüştürecek sınırsız bir duyguya, yani şiir duygusuna sahip olması gerçeğidir.” Genç yaşta dünyaya veda etmeyi tercih eden Nilgün Marmara, günlüğüne “Çocukluğun kendini saf bir biçimde akışa bırakması ne güzeldi! Yiten bu işte” diye yazarken, Vaneigem’in bu tespitini doğrular sanki. Dünyaya bizimle birlikte gelen, dünyayı değiştirecek olan o şiir duygusuna kavuşmadan, yani içimizdeki o illegal yağmuru yağdırmadan, kendimizi çocukluğumuzdaki gibi o saf akışa bırakmadan, değişmeyecek bu katliamlarla ve acılarla dolu tarihin akışı… Can Yücel, Sivas Katliamı için yazdığı şiirde, “onlar yanmadı birer gül oldu” der ya, darmadağın olmuş gövdelerimizle birbirimize sarılıp çiçekli şiirler yazmalıyız ki, hüzünle açmasın güller, konuşa da bilsinler…

Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 2 Temmuz 2014)

0 yorum: