Karınca Koyu
Posted: 30 Temmuz 2014 Çarşamba by bülent usta in
0
Atılan her bomba, alınan her canla, yeniden şekilendiriliyor
Ortadoğu, o büyük ekranda… Tüm dünya da seyirci olup bitene, sosyal medyada
ölen çocukların kanlı ayakkabılarına ait fotoğraflar dolaşıyor. Uzaktaymış gibi
olup bitiyor her şey, hâlbuki Soma’dan daha uzak değil, Zeytinburnu’ndaki o
patlama kadar yakın… Helene Cixous’nun rüyasını hatırladım, gökyüzüne bakıp
dolunayı izlerken… Rüyasını anlattığı metnin sonunda, “Yanılsama her şeyi
kapladı. Birbirimizi duymaz olduk. Uçağın ağır uğultusu alıp götürdü bizi.
Olmuştu işte. O şey.”*
Olmuştu o şey, birbirimizi duymadığımız için olmuştu,
yanılsama her şeyi kaplamıştı. Artık kendi sesimizi bile duyamaz olmuştuk,
savaş uçaklarının gökyüzünde çıkardığı uğultu yüzünden. Televizyonların sesi
açıldıkça iç sesi kısılan insanlar, ekranlara baktıkça görmez oluyorlardı ya
olup bitenleri, yanılsama böyle böyle kaplıyordu her şeyi. İç sesini duyamayan
ve dışarıyı göremeyen insanlar, Baudrillard’ın “tehlikeli kitle” dediği şeyi
oluşturuyordu; hani şu her şeyi alıp götürmek, yağmalamak, yemek, yutmak ve
güdümlemek isteyenleri… Bu “tehlikeli kitle”nin yarattığı kültürden ortaya
çıkan şey, paniğe kapılmış bir dünyaydı, herkesin hareket etmek zorunda kaldığı…
Hareket etmeyenler kurşuna diziliyordu sanki. Durunca üzerlerine baş
edemeyecekleri bir yalnızlığın ve hüznün çökeceğini bildikleri için belki de…
Gezi’de “Duran İnsan” eylemi, bu açıdan da anlamlıydı,
durmadan ve durdurmadan hiçbir şey değişmeyecekti; Baudrillard’ın bahsettiği şu
“için için kaynama” durumu, en iyi dururken ortaya çıkıyordu çünkü, hüzün gibi…
Devlet ve iktidar da için için kaynıyordu Baudrillard’a göre, çelişkiler
aracılığıyla ortadan kalkmaları bir hayaldi artık… Alışveriş merkezinde iftar
yaparken Gazze için dua etmenin çelişkisini umursayan yoktu ama tam da bu
yüzden inanır göründükleri her şeyin altını oyup değersizleştiriyorlardı
kendileriyle birlikte. Ne kadar güç elde ederlerse, o kadar sonlarını hazırlıyordu
iktidarlar. Sorun, kendileriyle birlikte başkalarını da yok etmeleriydi, sosyal
medyada kanlı ayakkabılarına ait fotoğrafların dolaştığı o çocuklar gibi…
Birkaç hafta önce, her şeyi durdurup uzak bir adaya kaçmıştık
sevgilimle. Durmak, kaybolmaktı; adadaki ormanda kaybolmuştuk biz de. Sonra
devasa bir karınca yuvasıyla karşılaşmış ve karıncaların ormanın içinde açtığı
yolu takip ederek ıssız bir koy keşfetmiştik. Kaybolmak, keşfetmekti aynı
zamanda… O ıssız koya, Karınca Koyu adını vermiştik biz de.... Düşte gibiydik…
Kendimizi berrak ve sakin sulara bırakıp, o ıssız koyda sesimizin yankısını
dinlerken, korkunç bir uğultu yuvarlanarak bütün havayı doldurmuş, sesimizi
boğmuştu… Üzerimizden savaş uçakları geçiyordu, alçaktan uçtukları için o
dingin koy, çırpınıyordu artık. Yolunu karıncaların gösterdiği, kaçıp sığındığımız
ıssız bir koyda bile, her şeyi yok etmeyi kafasına koymuş hayata düşman
ideolojik makinenin varlığını hissetmiştik.
Helene Cixous’nun gördüğü rüyaya benzer bir rüya gördüm,
Gazze’ye saldırıların başladığı gece. Rüyamda, Karınca Koyu’nda uzun bir
direğin üzerinde kırmızı bir kurukafanın olduğu kapkara bir tabela vardı.
Tabelanın üzerinde şöyle yazıyordu: “Dibe dalmak yasaktır!” Uyarıyı dikkate
almayıp dibe dalınca, o masmavi su birden sararmış, biraz dikkatlice bakınca denizin
dibinde yüzlerce çocuk ayakkabısının yan yana dizili olduğunu görmüştüm,
hiçbiri çift değildi. Rüyamda, korku içinde yüzeye doğru yüzdüğümü
hatırlıyorum. Başımı sudan çıkarınca, “Dibe dalmak yasaktır!” yazılı tabela
televizyon ekranına dönüşmüş ve beni göstermeye başlamıştı, suyun üstündeki bir
kafa... O ıssızlığın içinde izlendiğimi görmek, denizin dibinde çocuk
ayakkabılarını görmek kadar ürkütücüydü.
İçin için kaynayan dünyada siyaseti saran tepkisizlik,
ekranların dibinde ölmüş çocuklara ait ayakkabıları biriktiriyor her geçen
gün... “Ölmezsem, öldürmezsem / kim benim farkıma varır?” diyordu ya Abdo,
Turgut Uyar’ın şiirinde; durmazsak, durdurmazsak farkına varamayacağız dünyanın
azar azar yok edilişinin… Yanılsama, hareket edenlerin uğultusuyla yayılıyor;
durmak, kuşuna dizilmek için duvar dibinde bekleyenlerin cesareti ve endişesini
taşıyor… Hüznü sevinçle yaşamalı, kurşuna dizilirken gülümseyenlerin hayata
karşı duydukları o dipteki inançla…
*Helene Cixous, “Rüya Dedim Sana”, YKY
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 16 Temmuz 2014)