Kışta sürgün
Posted: 7 Şubat 2017 Salı by bülent usta in
0
Edward Said’in ‘Kış Ruhu’nda vardı, İkinci Dünya Savaşı yıllarında sürgün olarak Türkiye’de yaşayan Erich Auerbach’ın bir keşişten alıntıladığı paragraf: “Dolayısıyla, terbiye görmüş kafa için, görünmez ve geçici şeyler hakkında, yavaş yavaş fikir değiştirmeyi öğrenebilmek, sonradan bunları tamamen ardın da bırakabilmesini sağladığından büyük bir erdem kaynağıdır. Memleketini güzel bulan insan daha yolun başındadır; her yeri kendi yurdu gibi gören insan güçlüdür; ama bütün dünyayı yabancı bir ülke gibi gören insan mükemmeldir. Yolun başında olan ruh sevgisini dünya üzerindeki tek bir noktaya sabitlemiştir; güçlü insan sevgisini her yere yaymıştır; mükemmel insan ise sevgisini söndürmüştür.”
Kendisini, kendi yurdunda sürgün hissedenlere iyi gelecek bu satırlar; yalnız son cümledeki “sevgisini söndürmüştür” sözü düşündürmüştü beni. Edward Said, bu sözü, sürgün için yurdun ve yurt sevgisinin kaybolmadığını, bu kaybın varoluşa içkinleştiğini, yani sürgünün kendisine dönüştüğü şeklinde yorumlar. O kadar seviyorsundur ki, bunu göstermeye ihtiyaç duymuyorsun, sadece bir sevgi olarak değil, öfkeyle de karışık türlü duygularla birlikte yaşadığın bir şeye dönüşüyor yurt sevgisi. Dilinden vatan sözcüğünü düşürmeyenler için yurt sevgisi içselleşmiş değildir, bir gösteriştir sadece, yüzeyseldir.
Kendisini, kendi yurdunda sürgün hissedenlere iyi gelecek bu satırlar; yalnız son cümledeki “sevgisini söndürmüştür” sözü düşündürmüştü beni. Edward Said, bu sözü, sürgün için yurdun ve yurt sevgisinin kaybolmadığını, bu kaybın varoluşa içkinleştiğini, yani sürgünün kendisine dönüştüğü şeklinde yorumlar. O kadar seviyorsundur ki, bunu göstermeye ihtiyaç duymuyorsun, sadece bir sevgi olarak değil, öfkeyle de karışık türlü duygularla birlikte yaşadığın bir şeye dönüşüyor yurt sevgisi. Dilinden vatan sözcüğünü düşürmeyenler için yurt sevgisi içselleşmiş değildir, bir gösteriştir sadece, yüzeyseldir.
Yabancı bir ülke gibi görüyorum kendi yurdumu, ama bir yandan kendimmiş gibi, bütün hücrelerime işlemiş gibi hissediyorum varlığını. Belki de bu yüzden, üzerimde bu denli ağır etkileri oluyor ülkede olup bitenlerin. Memleketi yabancı bir ülke gibi görme, Edward Said’e göre özgün bir bakış imkânı sunar, memleketini güzel bulmakla yetinmeyen, bu güzelliği yaşamayı engelleyen koşulların farkında olan bir bakış…
Balıkçılar Kahvehanesi’nin penceresinden karı eriten yağmuru izliyorum, kendimi bildim bileli bir sürgün hayatı yaşıyor olmamın nedenlerini düşünerek. Bütün mesele, iyi bir sürgün olarak yaşamakta, Edward Said’in “Kış Ruhu”nda ince ince tarif ettiği gibi… Öncelikle sürgün, “seküler ve olumsal bir dünyada, evlerin her zaman geçici olduğunu” bilmeli. “Toprağın güvenliğiyle sarmalayan sınırlar ve çitler hapishaneler haline” geldiğinde, sürgünler sadece sınırları değil, düşünce ve deneyimin önündeki engelleri de aşarlar. Ah, işte bizim buna, yalnız buna ihtiyacımız var, sınırları ve engelleri aşmayı öğrenmeye, etrafımız tel örgülerle, duvarlarla çevrilmişken.
John Berger’ın ardından bir başka bilge insanın Zygmunt Bauman’ın hayata gözlerini yumması, dünyayı nasıl etkileyecek diye düşündüm, gözlerimi karları eriten yağmurdan alamayarak. Yanımda “Yaşam Sanatı” kitabı vardı. Sürgünlük meselesini düşünürken, Bauman’ın şu satırları düştü önüme: “Bütünleyici topluluk artık geçip gitmi ‘panoptik’ bir çağdan kalma bir kavramdır. Bu kavram, ‘bizi’ ‘onlar’dan, ‘içerisini’ ‘dışarı’dan ayıran sınırı muntazaman çizme ve güçlendirmeye yönelik düzenli çabalara gönderme yapar; bu çabalar, yabancıların girişini kısıtlayıp mensupları içeride tutmaya ve içeridekilerin normları çiğneyip rutinin kıskacını gevşetmelerini engellemeye yöneliktir. Neticede bu, tekbiçimliliği teşvik etmeye ve davranış üzerinde katı bir sınırlama uygulamaya gönderme yapar.” Bauman, sanki Türkiye’de yaşanan süreci, bütün çıplaklığıyla görüp yazmış gibidir.
Sürgün olmak, tam da Bauman’ın tarif ettiği “bizi” “onlardan”, “içeriyi” “dışarı”dan ayrıran sınırları sürekli ihlal etmektir. Bu yüzden çoğunluktan çok azınlıkların sorunlarıyla ilgilidir sürgün, “öteki”leştirilen her ne ise ona dokunmayı engelleyen duvarları yıkmaya çabalar. Gerçek yurt sevgisi bunu gerektirir. Ama bunu yapar ve yaşarken sürgünün önündeki en önemli engel yine kendisidir. Bauman’ın kitabında bahsettiği “özyaratım”, sürgünün kaçınılmaz olarak yaşaması gereken bir süreçtir, kendini bir sanat yapıtı gibi üretmek… Yalnız, özyaratım, her ne kadar bir gereklilik ve başarı olsa da “kendini olumlama daha çok düpedüz hayal ürün gibidir” der, bir dış otorite, gerçeklik tarafından onaylanmazsa… Sürgünlük, bir hayaller yolculuğunda hayale dönüşmek… Bu yüzden mutluluğu da, mutsuzluğu da daha yoğun yaşar sürgün… Karları eriten yağmurlarla…
Sürgün olmak, tam da Bauman’ın tarif ettiği “bizi” “onlardan”, “içeriyi” “dışarı”dan ayrıran sınırları sürekli ihlal etmektir. Bu yüzden çoğunluktan çok azınlıkların sorunlarıyla ilgilidir sürgün, “öteki”leştirilen her ne ise ona dokunmayı engelleyen duvarları yıkmaya çabalar. Gerçek yurt sevgisi bunu gerektirir. Ama bunu yapar ve yaşarken sürgünün önündeki en önemli engel yine kendisidir. Bauman’ın kitabında bahsettiği “özyaratım”, sürgünün kaçınılmaz olarak yaşaması gereken bir süreçtir, kendini bir sanat yapıtı gibi üretmek… Yalnız, özyaratım, her ne kadar bir gereklilik ve başarı olsa da “kendini olumlama daha çok düpedüz hayal ürün gibidir” der, bir dış otorite, gerçeklik tarafından onaylanmazsa… Sürgünlük, bir hayaller yolculuğunda hayale dönüşmek… Bu yüzden mutluluğu da, mutsuzluğu da daha yoğun yaşar sürgün… Karları eriten yağmurlarla…
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 11 Ocak 2017)