Duvarı delen ağaç
Posted: 31 Mart 2015 Salı by bülent usta in
0
Yılbaşı gecesi bindiğim taksi beni yanlış bir sokağa getirmişti,
ama taksiden inip sokağa daha dikkatlice bakınca, taksicinin adresi yanlış
anladığından şüpheye düştüm. Gövdesi duvarın içinden geçen ağacın olduğu bu
sokağı tanıyordum. Kimselerin olmadığı, sokak lambaları dışında hiçbir ışığın
yanmadığı sokakta, ağacın içinden geçtiği duvarın dibine oturup biraz kafa
dinlemek iyi olur diye düşündüm. Geçip giden yıla bakıp gazete yazım için bir
şeyler düşünmeyi umut ediyordum ki, kara bir kedinin ağır adımlarla sokağın
yukarısına doğru tırmandığını gördüm. Tam önümden geçerken durup başını bana
doğru çevirdi. Bir şey söylemek istiyormuş da söyleyemiyormuş gibi bakıyordu.
Yavaşça başını çevirip ağır adımlarla yürümeye devam edince, peşinden gitmek
için bir istek uyandı içimde. Bir yandan, tek başıma böyle ıssız bir sokakta
bir kediyi takip etme düşüncesi de tuhaf geliyordu. Ama zaten her şey tuhaftı o
an.
Peşinden gittiğim kara kedi, beni aynı sokakta bulunan yıkık
dökük ahşap bir binanın içine soktu. Ev o kadar sessizdi ki, önce kimse
yaşamıyor sandım, merdivenler toz içindeydi, kediyle birlikte bir kat çıktıktan
sonra kapısı açık bir odaya girdik ve karşımızda genişçe bir teras belirdi, içi
çeşitli ebatlardaki saksılarda çiçeklerle doluydu ve apartmanların kuşattığı
ıssız bir bahçeye bakıyordu. Terasın bir köşesinde ihtiyar bir kadın
oturuyordu, tek başınaydı. Yastaymış gibi simsiyah giyinmişti.
“Geldin mi?” dedi ihtiyar kadın. Kedi, terasın alçak duvarına
zıplayıp oradan bahçeye atladı. “Gel otur” dedi, “ben de seni bekliyordum.”
Şaşkın bir halde karşısındaki sandalyeye oturdum. “Beni beklediğinizi
sanmıyorum” diyordum ki, gece yarısı burada ne aradığımı açıklamamın imkânsız
olduğunu düşünüp sustum.
İçeri girdiğimden beri hiç yüzüme bakmamıştı. Bahçedeki ağaca
bakıyordu. Baktığı ağacın, benim az evvel dibinde oturduğum duvarın içinden
büyüyen ağaç olduğunu fark ettim.
“Buraları eskiden hayat dolu yerlerdi. Keşke sadece binaları
yıksalardı, değil mi ama?” dedi gülerek. Neden güldüğünü anlamamıştım.
“Kendilerini de yıkıyorlar, hem de öyle bir yıkıyorlar ki, geriye onlardan da
bir şey kalmayacak” dedi. “Nasıl bu kadar emin olabilirsin ki?” diye sordum.
“Telaşlarından belli değil mi, korku dolu oldukları için korku yayıyorlar,
yaydıkları korkuyu görüp daha da korkuyorlar. Yeni bir yasa geçirecekler şimdi
Meclis’ten, İç Güvenlik Paketi koymuşlar adını. Bir tür sıkıyönetim paketi.
Seçimler yaklaşırken, muhalefeti susturmaya yönelik bütün tedbirleri alıyorlar.
Bu ülkede herkes günü kurtarma telaşında olmayaydı, onca yavrunun canı yanar
mıydı hiç?” dedi. “Beni, bunları söylemek için mi bekliyordun?” diye sordum,
sanki daha önemli şeyler duymam gerekiyordu, bir film ya da roman sahnesini
andıran böyle bir anda. “Korkmuyorsun, bu iyi bir şey” dedi. “Böyle söylediğin
için, korkmam gerekiyor belki de” dedim. Yine güldü ihtiyar kadın. “Sana
diyeceğim şey şu, yazarsın gazetene: Fanteziyle siyaset yapanlara karşı, akılla
siyaset yapılmaz. Toplumsal dokuyu değiştirmek isteyen, aileye, okula, dile,
kültüre her şeye müdahale eden bir fantezi güç var artık karşınızda. Neredeyse
moleküler düzeyde iktidarını her yere yayıp büyüyen bir fantezi. Yani sadece
akılla değil, fantezilerle karşılık verilmesi gereken bir güç. Azar azar, kısım
kısım her şeyi çözüyorlar. Sonra bir bakmışsınız, hiçbir şey kalmamış. En
kötüsü ne biliyor musun, bütün bu gazeteler, televizyonlar, iyiyle kötü
arasındaki alternatifleri ortadan kaldırdı, her şeyi vasatlaştırarak bu
fantezinin kökleşmesi için yer açtı. Gündelik hayatı deli sarmaşıklar gibi
saracak yeni fanteziler üretmeden olmaz artık.”
O kadın kimdi, bunları söylemek için niye beni seçti, eve nasıl
vardım bilmiyorum. Söylediği başka şeyler de vardı, gazeteye yaz dediklerini
yazdım yalnızca. Yoksa her şey, dediği gibi bir fantezi miydi?
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 7 Ocak 2015)