Kara Yel
Posted: 31 Mart 2015 Salı by bülent usta in
0
Kar yağacak diyor, hem de çok yağacak,
yollar kapanacak, kimse evinden çıkamayacak… Sonra diyor, iktidar yanlısı
gazetelerin genel yayın yönetmenleri görevden alınmış. Bu çok önemsiz diyor, annelerinin
ayak kokusunu bilmeyen feministler dahil herkesi görevden alacaklarmış, solcuları,
işçileri, üniversite öğrencilerini, sanatçıları… Hatta yurt dışından gazetecileri,
devlet başkanlarını… O kadar çok görevden alacaklarmış ki, sıra kendilerine
geldiğinde görevden alınmaları için başka birine ya da e-postaya, telefona, telgrafa
ihtiyaç olmayacakmış; zeytin ağaçları, maden ocakları, fabrikalar, santral ya
da inşaat yapılmak istenen bağlar bahçeler fısıldayacaklarmış görevden alındıklarını…
Zaten sürekli fısıldıyorlarmış, fısıltılar şimdilik geceleri rüyalarına girip
yataklarından sıçratıyormuş onları… Deliliği uyandıran bir sesmiş o, Latin
Amerika’da “Kara Yel” diyorlarmış, bir kere pencere açılıp odaya sızarsa,
duvardaki bir tabloyu düşürür gibi sahte olan ne varsa söküp atıyormuş insanın
içinden…
Çok kar yağacakmış, o kadar çok yağacakmış
ki, kimse içinden çıkamayacak, ellerini ovuştura ovuştura içlerinde ateş
yakacaklarmış; hani şu köze dönen ateşi alevlendireceklermiş. Sonra herkes o
ateşin başında, kendi gölgeleriyle karşılaşacakmış, her zamankinden farklı
olarak konuşacakmış o gölgeler. İnsanlar, konuşan bir gölgeleri olduğu için
önce çok korkacaklarmış ama daha fenası o gölgeler, kendilerine söylenen
yalanları birer birer yüzlerine vuracaklarmış, çünkü mutlu değillermiş, kandırılmış,
aşağılanmış ve sömürülmüş oldukları için öfke dolu olacaklarmış; ayrılmak
isteyeceklermiş, ayrılıp çok uzaklara gitmek... Çünkü yaşadığımız bu hayat
kocaman bir toplama kampına dönüşüyormuş; devletin polisiyle, idari
kurumlarıyla gündelik hayatın her yerine burnunu soktuğu, dahası, moleküler bir
biçimde okula, aileye, bilinçaltına nüfuz ederek her gölgeye Guattari’nin “evrensel
suçluluk duygusu” dediği şeyi damıtıyormuş… Hani, toplama kampından sağ
çıkanların yaşadığı o duyguya benziyormuş; hayatta kalmayı suç ortaklığına
dönüştürmüşler, böyle dönüyormuş düzenin çarkları. Ama birileri o ateşin
başında gölgeleriyle dans edecekmiş, suçluluk duyguları ateşte yanıp kül
olurken.
Ben demiyorum bunları, o diyor, yani
gölgem… Bana, diri ol diyor, sokağa çıkartıp insanların arasına karıştırıyor,
Ece Ayhan’ın bir dizesini fısıldıyor kulağıma sürekli, “Artık atının üzerinde
sevişmeye alışmalısın…” Benimle birlikte kitaplar okuyor, Guattari’nin “Kaçış
Çizgileri” kitabını okumuştuk geçen gece, elektrikler kesikti ve Kara Yel
pencereden girip mumu söndürmeden yanımıza kıvrılmıştı. Demişti ki o gece,
iktidarlar ne kadar gerçeği dondurmaya çalışırsa çalışsın, salgınlar, krizler, savaşlar,
istilalar, isyanlar gibi büyük olaylar, moleküler düzeyde başkalaşımlara yol açacak.
Gezi’den sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını söylerken insanlar,
uydurmuyorlardı. Ne Ebola virüsü sadece bir virüs, ne IŞİD sadece bir örgüt, ne
de ekonomik kriz sadece bir kriz… “Kişi ya iktidarların katmanlaşmasını en
derinden tercih eder, ya da arzunun kaçış çizgilerini takip etmeyi ve önceden
yerleşmiş donanımlardan, egemen yinelemelerden, kısıtlayıcı anlamlardan
kurtulmayı benimser.” Klasik anlamda hak talep eden bütün muhalif ve siyasi
hareketlerin artık kendi içlerinden çıkıp başkalarına açılması, siyasi
mücadelenin gündelik hayatla bağının kurulması, entelektüel ile militanı adli
mahkûma, fahişelere vb. sistemin bütün kurbanlarına eklemleyen, rehberlik ya da
öncülük edilmeyen, yani kendi içine kapanmayan yeni eylem tarzlarının ortaya
çıkmasından başka bir çare yok.
Kar yağacak, hem de çok yağacak…
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 26 Kasım 2014)