DOĞAMAMIŞ BEBEĞE MEKTUP
Posted: 28 Ocak 2011 Cuma by bülent usta in“Sevgili Bebek,
Seni, Başbakan’ın rektörler toplantısının gerçekleştiği gün kaybettik. Annen, kendisini joplayıp tekmeleyen polislere “vurmayın, hamileyim” diye bağırmıştı. Ama onu dinlemediler. Etrafını saran polisler, sırtına ve karnına jopla ve tekmeyle vurdular. Üstelik, annen zar zor hastaneye ulaşmış olmasına rağmen, acil servisten içeriye sokmayıp, kanamalı olduğu halde uzun süre beklettiler. Halbuki annen ve üniversiteli öğrenciler, sadece demokratik haklarını kullanarak, uygulanan eğitim politikalarını protesto etmek istemişlerdi. İstanbul’un dört bir yanında alışık olduğumuz üzere üniversite öğrencilerini, tam teçhizatlı orantısız şiddetle engellemeye çalıştılar. Polislerin bu canla başla mücadelesini, nedense Hrant Dink cinayetinde görememiştik. Muhtemelen, Mehmet Ali Ağca’ya yaptıkları gibi, Hrant Dink’in katilini de, bir gün devlet televizyonuna kahramanmış gibi çıkarırlar. Neden olmasın? Onunla boşuna hatıra fotoğrafı çektirmediler ya. Devletin 2009 1 Mayıs’ı olsun, üniversite öğrencilerinin ya da TEKEL işçilerinin çeşitli protesto girişimleri olsun aldığı o geniş çaplı yüksek tedbirleri, Haydarpaşa Garı’nda çıkan yangında da görememiştik. Tophane’de galerilere saldırıp sanatçıları linç etmek isteyenler de aramızda dolaşmaya devam ediyor hâlâ. Alt tarafı, Başbakan rektörlerle toplanacak. Ne yaptılar biliyor musun Sevgili Bebek, bütün İstanbul’u düşman işgalinden koruyormuşçasına, savunmasız binlerce gence gün boyunca orantısız şiddet uyguladılar. Orantısız şiddet sözü, onların kullanmayı sevdiği bir söz. Sana nasıl tarif edeceğimi bilemiyorum. Sırtlarında gaz tüpleri, bir grup genci ortalarına alıp hem jopluyor, hem de o gazı suratlarına sıkıyorlardı. Ne olup bittiğini bilmeyen birisi, o görüntülere tanık olsa, bu gençleri bir böcekmiş gibi ezip yok etme istencinin ardında çok ciddi gerekçeler olduğunu düşünebilir. Ama bu silahsız, korunmasız, ellerinde sadece pankart taşıyan gençler, sadece kendileri için değil, senin gibi daha doğmamış milyonlarca bebeğin eğitim hakkını savunduğu için bu şiddete maruz kaldılar. Üstelik, alıp götürüldükleri karakollarda da şiddet görmeye devam ettiler.
Sevgili Bebek, rektörlerle rahat rahat toplantı yapsın diye gençlerin şiddet görmesine göz yuman Başbakan, İsrail’in Mavi Marmara baskını için yapmadığını bırakmamıştı. Senin gibi daha doğmadan ölen binlerce bebeğin yaşadığı şehir olan Gazze’ye giden yardım gemisini, İsrail ordusu basmış, dokuz kişiyi öldürecek kadar ağır bir şiddet uygulamıştı. Başbakan da, bu şiddetin vicdansızlığı karşısında ayağa kalkmış, İsrail’i şiddetle kınamıştı. Peki ya, o geminin içinde, hükümeti protesto eden üniversiteli gençler olsaydı ve o gemi, Gazze yerine İstanbul’a hareket etseydi, neler olurdu acaba? Şimdi kim bizi inandırabilir, Mavi Marmara baskınını protesto eden hükümetin inandırıcılığına? Göz yaşları dahil, her şeyin göstermelik olmadığına kim inandırabilir?
Sevgili Bebek, iki seçenekten birisini tercih etmek zorundaymışız gibi bir hava estiriliyor uzun zamandır. Önceki iktidarlardan, askeri darbelerden bunalanlara, sanki başka bir tercih üretilemezmiş gibi, şimdiki hükümete kayıtsız şartsız teslim olunması isteniyor. Hükümete eleştirel bakan herkesi de, karşı tarafın ekmeğine yağ sürdüklerine ikna etmeye çalışıyorlar. Wikileaks belgelerindeki iddiaları bile Başbakan’a soramayan gazeteciler var aramızda. Başbakan’ın yalanlamış olması yeterli geliyor onlara. Hangi ülkede basın, Başbakan’ın sözüyle bu kadar kolay ikna edilebilir bilemiyorum. Belki Suudi Arabistan gibi krallıkla yönetilen ülkelerde...
Sevgili Bebek, yaşadıklarından ve sana anlattıklarımdan yola çıkarak, iyi ki gelmemişim dünyaya diye düşünebilirsin. Ama senin bir yolunu bulup dünyaya yeniden geleceğinden eminim. Gelip, o pankart taşıyan gençlerin arasında yerini alacağından, sermayenin çıkarlarına göre politika üreten tüm iktidarlardan hesap soracağından eminim. Zaten bu mektubu, sana başka türlü ulaştırmamın imkânı yok. Bu dünyaya yeniden geldiğin zaman, umarım her şeyi yoluna koymuş oluruz da, sadece kötü bir düş olarak hatırlarsın yaşadıklarını.”
Henüz doğmadan polis şiddetiyle aramızdan ayrılmış olan bebeğe anlattığım şeylerden yüreğim daraldığı için, mektubumu uzayacakken kısa kestim. Yeniden dünyaya geleceğinden kendi adıma eminim. Ama işleri yoluna koyma konusunda içim pek rahat değil. Harala gürele yaşanıyor her şey. Durup bir meseleyi enine boyuna tartışmaktan aciziz. Örneğin ne zaman bu polis şiddetine dur denilecek? Ne zaman, muhalif görüşlere sahip olan herkese böylesine dehşet uyandırıcı linç girişimleri uygulamaktan vaz geçilecek? Neden bir protestocu, onlarca polis tarafından tekmelenir? O gazlar, gaz bombaları neden kontrolsüzce kullanılır? Hastanelerin acil servislerine bile atılmıştı o bombalardan. Şimdi hep birlikte göreceğiz, o bebeğin ölümüne neden olanlar hakkında ne yapılacağını. Yıllar yılı, Ceylanlarla, Uğurlarla uzayıp giden çocuk ölümleri listesine, şimdi de doğmamış ölü çocuklar maddesi mi ekleyeceğiz?
Haydarpaşa Garı’nın önünden önceleri utanç içinde başımı öne eğerek geçiyordum. Bu defa durup baktım yangından kalanlara. Haydarpaşa Garı’nın o çökmüş çatısına bakarken, baktığım sadece bir yangın yeri değildi. Yanan sadece Haydarpaşa Garı değildi...
Edip Cansever, “Mendilimde Kan Sesleri” şiirinde, “Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar / Ve dağılmış pazar yerlerine memleket / Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile” diyor ya, artık dağılmış değil, yanmış bir tren garına benziyor memleket...
Bülent Usta (BirGün gazetesi, 8 Aralık 2010)