KARA NOKTALAR
Posted: 28 Ocak 2011 Cuma by bülent usta inHer şey hareket ediyor. Şu gördüğün dağlar bile... Belki biz görmüyoruz dağların milim milim yürüdüğünü. Hissetmiyoruz hiç, Dünya’nın 1670 km hızla döndüğünü. Evrende hareket etmeyen, değişmeyen hiçbir şey yok. Umutsuzluğa kapıldığım zamanlar, Güneş’ten daha büyük yıldızların nasıl söndüğünü, yeni yıldızların da nasıl doğduğunu düşünürüm.
Bugünlerde herkes yargının ne hale geldiğini tartışıyor, yaşanan son tahliyelerle birlikte. Seri katiller aramızda dolaşıyor diye manşetler atıyor gazeteler. Hizbullahçıların salıverilmesinin yeni faili meçhul cinayetlere neden olmasından endişe ediliyor. Ama bu tahliyeler, yargının ne halde olduğunu da tamamen gözler önüne sermiyor mu? 28 yıl süren siyasi davaların yaşandığı bir ülkede, yakın zamana kadar pek çok kişi “yargıya güvenim tam” diye söze başlamaz mıydı? Şimdi de “yargının çivisi çıktı” diye hayıflanıyor olmaları, dağların yürüdüğünün traji-komik bir ispatı olsa gerek.
Bir başka traji-komik hadise de, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün öğrenci konseyi temsilcilerini davet ettiği yemeğe, öğrencilerden birisinin Jaguar marka otomobiliyle gitmesi oldu. Bence eşi benzeri olmayacak şık bir hareketti bu. Her şeyi nasıl da güzel bir biçimde gözler önüne sermişti. Eminim köşke girerken, öğrencilerin üstünde yumurta kontrolü de yapılmamıştır. Onun yerine jambonlu yumurta yedirmişlerdir davetlilere...
Bugün artık son olaylarla birlikte tamamen gözler önüne serilen, inkâr edilmesi ya da görmezden gelinmesi mümkün olmayan bir başka hadise de muhafazakârlık... “Porno tez” tartışmaları, Bilgi Üniversitesi’nin telaşa kapılıp hocaları işten atması, sanatçı Şükran Moral’ın ölüm tehdidi alıp yurt dışına kaçması, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın bir televizyon dizisine karşı gösterdiği tahammülsüzlük ve cezalandırma talep eden yaklaşımı ve daha pek çok olay, muhafazakârlaşmanın geldiği noktayı apaçık bir biçimde gözler önüne seriyor. Tophane’deki galeri baskınları ve sanatçılara dayak, bitmeyen başlangıçlardan biriydi sadece. Mersin’deki bir lisede okul müdürü, kız ve erkek öğrencilerin en fazla 45 cm yaklaşabileceğini buyurup yemekhanelerini bile ayırması gibi şeylere de iyice alışmıştık zaten. Bitmeyen başlangıçlara başka şeyler de ekleneceğinden bahsedip korkuları depreştirme niyetinde değilim. Ya da korkular üzerinden siyaset yapmayı teşvik etmeye de niyetim yok. Ama her şeyin bu kadar alenen yaşanıyor olması, bence olumlu bir gelişme. Her şeyin geçiştirilmesine, gizlenmesine, şimdi daha önemli şeyler var deyip ertelenmesine çok alışmıştık. Artık her şeyin bu kadar çıplak bir biçimde gözler önüne serilmesi, dağların yürümesini hızlandırabilir belki...
Belki diyorum, çünkü muhafazakârlaşmanın feci yanlarından birisi de, “bakar körlük”tür. Siz ne kadar her şeyin ortaya serildiğine inansanız da, muhafazakâr kişi, baktığı şeyi değil, inandığı şeyi görür. Çünkü muhafazakârlığın temel niteliği “muhafaza” etmeye dayanır. Muhafazakâr kişi, değerlerini, inançlarını muhafaza etmek adına, eşcinselliği hastalık, flört etmeyi günah, çocuk yapmayı görev olarak değerlendirip sadece kendi arzularını değil, başkalarının da arzularını kilit altında tutmak için çabalar. Yani bir muhafazakârın -Bülent Arınç örneğinde olduğu gibi- demokrat olmasının sınırları vardır. İnançlarına karşı diye orduya kafa tutabilir, üniversiteye başörtüsüyle girilmesi için inanç ve fikir özgürlüğünden bahsedebilir, Mustafa Kemal’in tabulaştırılmasına karşı çıkabilir. Ama Said Nursî’yi tabulaştırmaktan, Kanuni’yi seks düşkünü gösteriyorlar diye bir TV dizisini hedef göstermekten çekinmezler. Muhafazakârlaştırılmış bir toplumda, ilerleme denilince sadece teknolojik ilerleme ya da ihracatın artması anlaşılır. Ve toplumu bir kere muhafazakârlaştırırsanız, dağlar yürümeyi bırakıp koşsa bile, o topluma bir şeylerin değiştiğini anlatamazsınız.
Bugünlerde Paul Auster’ın Seçkin Selvi çevirisiyle Can Yayınları’ndan çıkan “Sunset Park” adlı romanını okuyorum. Romanın bir yerinde, romanın karakterlerinden birisi olan Miles’ın “kendisini kardan yapılmış bir dünyadaki kara bir nokta gibi” gördüğü yazıyordu. Kim kendisini “kardan yapılmış bir dünyada” “kara bir nokta” gibi görmek ister ki? Berbat bir durum. Aydınların ve sanatçıların ölümcül lanetidir bu ve başka türlü de var olmaları mümkün değildir. Muhafazakârlık, “kardan yapılmış” tertemiz bir dünya vaat ederken, onlar, temizliğin karlar altına gömülen arzulardan ibaret olduğunu bilirler. Bahar gelince doğanın canlanması gibi, arzuların da karlar eriyince topraktan fışkıracağını hayal ederler. Ve bir gün, o kara noktaların bir araya gelip kara delikler oluşturacağı umudunu taşırlar içlerinde. Her türlü maddi oluşumun ve ışınımın kendisinden kaçmasına izin vermeyen uzaydaki kara delikler gibi kara delikler... Tüm arzuları kendisine çekip onlardan yeni evrenler oluşturan kara delikler...
Bülent Usta (BirGün gazetesi, 12 Ocak 2011)