KOMŞUMUZ PARALEL EVREN
Posted: 28 Ocak 2011 Cuma by bülent usta inParalel evrenlerden haberiniz vardır mutlaka. En azından TV dizileri ya da filmler aracılığıyla haberiniz olmuştur. Benim paralel evrenden haberdar olmam, eskiden sık sık ziyaretime gelen üç kulaklı bir kedi aracılığıyla mümkün olmuştu. Yazılarımı takip edenler, üç kulaklı dostum İvam’ı bilirler. Uzun süredir kendisinden haber alamıyorum. Ama bana öğrettiği yöntemle, paralel evrendeki kendimle sürekli olarak iletişim halindeyim. Bulunduğumuz evrenin bir benzeri olan paralel evrendeki ben de, tıpkı benim gibi prestijli bir gazetede yazıyor. Benden tek farkı, biraz daha zayıf olması. Bir de yazılarına okurlardan daha fazla tepki alabiliyor. Ama emin olun, paralel evrendeki halimiz de pek iç açıcı değil. Orada demokrasi görünümündeki başkanlık otokrasisi yüzünden halkın durumu epey kötü. Otokrasi diye anılan yönetim biçimi, monarşiye çok benzese de, yönetim miras yoluyla değil kişi tarafından ele geçirilir ve başkanlık tarafından alınan her karar halk adına uygulanır. Dün fena halde telaşlıydı benzerim. Onların Bay Başkan olarak andıkları kişi, içinde benim de olduğum (yani paralel evrendeki ben) gazetecileri konağına davet etmiş.
Kendisini özgürlükçü olarak takdim eden, bütün darbecileri yargılayıp hapse atmakla övünen Bay Başkan’ın bu davetine katılmamak düşünülemeyecek bir şey olduğu için, bizimkisi de kalkıp gitmiş o ihtişamlı konağa.
Yoksul bir ülkede yaşıyor olsalar da, devleti yönetenler ve o devleti koruyup kollayan silahlı güçler, her zaman ihtişamlı konaklarda müsrif bir hayat sürmekle ünlüymüşler. Aslında bu durumu garipseyen de yokmuş pek. Ama Bay Başkan, sık sık gecekonduları ziyaret ederek, halktan birisi olduğuna dair imajını koruma gayretinden de hiç vazgeçmiyormuş. Her neyse, bizimkisi gidip kendisine gösterilen yere oturmuş. Yüzlerce gazeteciyle birlikte önce devasa ekranda, yaşadıkları ülkenin nasıl zenginleştiğini ve gücüne güç kattığını gösteren bir reklam filmi izlemişler. Ardından Bay Başkan kürsüye çıkıp gazeteciliğin müreffeh toplumlardaki öneminden bahsetmiş uzun uzun. Gazetecilerin bardağın hep boş tarafını gösteren anlayıştan uzaklaşıp, halkı karamsarlıktan kurtarmalarını öve öve bitirememiş. Bardağın dolu tarafını gösteren gazetecilik anlayışı sayesinde, istikrarlı, güçlü, kabına sığmayan bir ülke olduklarını söylemiş. Bay Başkan, konuşmasını bitirdikten sonra, gazetecilerden soru da almış. Ama herkes, Bay Başkan’ın ülkeyi ne kadar iyi yönettiğine dair konuşmalar yapıp, konuştuğu şeyleri daha da süsleyip püslemekle yetinmiş. Hatta birisi, medya için oluşturulan sansür kurulunun daha da güçlendirilmesini bile talep etmiş Bay Başkan’dan. Sonra da hep birlikte yemeğe oturmuşlar.
Paralel evrendeki benzerim, durumun epey acıklı olduğunu, çünkü gazetecilerin boş bardağa bakarak doluymuş gibi yazmaktan, ruhsal rahatsızlıklar geçirdiklerini söylüyor. O gece de, yemek sırasında çıldırıp üstünü başını yırtan birkaç gazeteci olmuş. Peki sen ne yapıyorsun diye sordum ona. Hiç, sadece izliyorum dedi. Bu yönetim anlayışının sürme şansı yok ona göre. Yıldırılmış ve yorgun bir halk var ortada. Bu yüzden, boş bardağı dolu görmek istiyorlar bir süre. Yani benzerim bana göre epey iyimser.
Benzerimle bir radyo dalgası aracılığıyla haberleştiğimiz için, zaman zaman bağlantımız kopuyor. Aslında bir insanın kendi kopyasıyla konuşması, pek kolay bir şey değil. David Lynch’in “Kayıp Otoban” filminde öyle bir sahne vardı. Adam, evini aradığında telefonu yine kendisi cevaplıyordu. Tüylerim diken diken olmuştu o sahnede. Şimdi aynı şey benim başıma geliyordu. Onun söylediği şeylerin dışında söyleyemediklerini de anlıyordum sanki. Çünkü o bendim, ben de o...
Ama aramızda tuhaf bir bağ oluşmadı da değil hani. Mesela o şimdi eşiyle çocuk bekliyor. Bunu öğrendiğimden beri çocuk sahibi olma fikri beni de meşgul eder oldu. Ama asıl merak ettiğim şey, benzerimin yazıları... Hatta sıkıştığımız zamanlar birbirimize yardım edebileceğimizi de söyledim. Mesela bu aralar fena halde sıkışmış durumdayım. Üniversitedeki dersler ve editörlüğünü yaptığım dergiler ve kitaplar, yazma etkinliğimi fena halde zayıflatmış durumda. Sonuçta benim kopyam değil mi? Onun yazdıkları, benim de olmuyor mu aynı zamanda. Üstelik başka başka evrenlerdeyiz. Bunu ona söylediğim zaman, epey sert tepki gösterdi. Beni açgözlü olmakla suçladı. “İyi bari, başka paralel evrenlerdeki benzerlerini bulup onları da sömür bari” bile dedi. Alınmadım elbette bu sözlerinden. Çünkü bunları söyleyen zaten bendim. Sözlerinde haklılık payı da vardı zaten. En azından zaman zaman, onun yazdığını belirterek yazılarını yayımlayabilirim belki. En azından paralel evrende neler olup bittiğine bakarak, farklı çözüm yolları bulabiliriz.
Benzerimle yaptığımız görüşmeler sırasında, paralel evrende tartışılan iki önemli mühim konu olduğunu öğrendim: Ulusalcılık ve muhafazakârlık... Benzerime göre, ulusalcılıkta sola cazip gelen en önemli şey, sömürgecilik karşıtı oluşuymuş. Ama paralel evrendeki sömürgecilik sonrası dönem, pek de arzulananı başaramamış. Ulusalcılar, sömürgeciliğin ortadan kalkmasının kendiliğinden bir ulusu hür ve müreffeh bir hale getirebileceğine inanmışlar. Ama öyle olmamış. Yeni kurulan devletlerde iktidar savaşlarının biri bitip diğeri başlamış. Bastırılmış olan geleneksel topluma ait değerler, daha güçlü bir biçimde kendisini dayatarak alternatif olma özelliğini sürdürmeye devam etmiş.
Muhafazakârlık dediğimiz şey, ulusçuluğun ve modernizmin krizinden başka bir şey değilmiş benzerime göre. Ona Clifford Geertz’in Dost Kitabevi Yayınları’ndan çıkan “Kültürlerin Yorumlanması” adlı kitabından bahsettim. Geertz’e göre, ulusalcıların yanıldığı en önemli nokta, bağımsızlık hareketiyle kolektif yeniden tanımlamanın aynı şey olduğu yanılsamasıdır. İşgalciye karşı, tüm toplumsal kesimlerin biraraya gelmesi doğal bir durumdu. Ama bu biraraya geliş, onların her zaman birarada olması ve ortak bir kimlik içerisinde erimesi anlamına gelmiyordu. Türkler ve Kürtler, bağımsızlık için birlikte savaşmış olabilirlerdi, ama işgalcilere karşı bu birlikte savaşma, onları ortak bir kaderde birleştirmek için yeterli olmamıştı. Bu yüzden ulusalcılık krizdeydi ve muhafazakârlık, güçlenmesini bu krize borçluydu. Paralel evrende, parti olgarşisinden, başkanlık otokrasisine, askeri diktatörlükten temsili demokrasiye yönetim arayışları sürmeye devam ediyordu bu yüzden. Bakalım biz nasıl çözeceğiz bu krizi? Muhafazakârlaşarak ya da özgürleşerek...
Bülent Usta (BirGün gazetesi, 24 Kasım 2010)