KARA KARGALAR UÇUNCA
Posted: 27 Ocak 2011 Perşembe by bülent usta inBenim araştırmacı-gazeteciler gibi devletin içinden bilgi kaynaklarım yok. Hiçbir gizli bilgiye bir telefon kadar yakın değilim. Dinleme cihazlarım, gizli kameralarım da yok. Ben de herkes gibi gazeteleri, dergileri, televizyonları takip ederek öğreniyorum her şeyi. Bazı köşe yazarlarının, plazalarına gitmek için bindikleri taksilerde taksicilerle sohbet edip bunu ballandıra ballandıra yazdıkları gibi halkın nabzını da tutmuyorum. Belki de taksicilerden çok berberlerin bilgisine başvurduğum içindir... Neçayev “Devrimcinin Anahtar Kitabı”nda, bilgi almak için ‘şehir dedikoducuları’na özel bir yer veriyordu. Neçayev’in bu kitabını, bir grup arkadaş 90’lı yıllarda ‘Karaşın’ adlı fanzini çıkarırken, Süreyyya Evren çevirmiş ve fotokopi-betik tarzında yayımlamıştık.
Berberleri ‘şehir dedikoducuları’ kategorisine sokabilir miyiz bilmiyorum. Ama halkın nabzını tutmak için bence taksicilerden daha idealler. Özellikle, uzun zamandır müşterisi olduğum Berber Kemal’i tanıdıktan sonra, ermiş olmak için berber olmak gerektiğine inanır oldum hepten. Mesela, müşteriye nasıl bir tıraş istediğini sormaz hiçbir zaman. Aslında sanki olmuş olacak her şeyi biliyormuş gibi, kimseye bir şey sormaz. Ama siz onun, yüzündeki o yarım gülümsemesine bakıp bir şey öğrenemezsiniz de... Gülüyor mu, düşünüyor mu, üzüntülü mü?.. Kendisini anlatmaktan çok, insanları dinlemeyi tercih etmesi, belki de yaptığı mesleğin bir özelliğidir. Yazmakla arası iyi olsaydı, onu kesinlikle roman yazmaya teşvik ederdim. Kim bilir ne hikâyeler anlatırdı insana ve hayata dair...
Şimdi nerden çıktı Neçayev diyebilirsiniz. Aslında ‘Qijika Reş’ adında Van’da çıkan bir anarşist dergi anımsattı bana Neçayev’i... İnternette blog sayfalarının adını Neçayev koymuşlar çünkü... Neçayev, Dostoyevski’nin ‘Ecinniler’ adlı romanına esin olmuş bir anarşist...
‘Qijika Reş’, Türkçe ‘Kara Karga’” demekmiş. İlk sayısında Kürtçe yazı yok ama, önümüzdeki sayılarda Kürtçe yazıların da yer alacağını duyurmuşlar. Van’da anarşist bir derginin yayımlanıyor oluşuna belki şaşıranlar çıkabilir. Üstelik bugünlerde anarşist yayınlarda ciddi bir azalma gözlenirken, Van’da böyle bir derginin çıkıyor oluşu, belki başka yayınları da kışkırtır ümidini doğurdu bende. Çünkü anarşizme dair, öyle sınırlı ve dolaylı bilgiye sahibiz ki, “Siyahî” dergisinin bir süredir yayımlanamıyor oluşuna içerlemeden edemiyor insan.
Derginin giriş yazısında, uzun uzun neden ‘kara karga’ ismini seçtiklerini anlatmışlar. Bu kadar geniş bir ‘karga övgüsü’ne yer vermeleri önce ilginç geldi bana. Ama, Oxford Üniversitesi Zooloji Bölümü’nde incelenen Betty adlı bir karganın maharetlerinden bahsedilmesi, acaba Betty’nin aklına gelir miydi hiç, bir derginin ilk sayısında kendisinden bahsedileceği diye hayal kurmama neden oldu. Betty, epey ünlü bir kargaymış meğerse, internette maharetlerini gösteren epey bir fotoğraf ve video var.
Kargaların zekâsına ben de hayran kalmışımdır her zaman. En çok da özgüvenlerine... Çocukluğumdan hatırlıyorum, bahçeye ektiğimiz mısır tanelerini, sanki kendi elleriyle koymuş gibi bulurlardı. Çatının üzerinden nerelere ektiğimizi izlerlermiş meğerse...
‘Qijika Reş’ de özgüveni yüksek bir dergi. Giriş yazısında şu ifadeler yer alıyor örneğin: “Tüm iddiamız; Devletin, Ulusun ve Dinin sınırlarını çizdiği siyaset alanının dışında kalan seslerin ortak, çoksesli bir yerel platformu olmayı başarmaktır. Dergimizin konumlandığı önemli zeminlerden biri de, Batı merkezli modern siyasal teorilerin görünmez kıldığı veya görmezlikten geldiği Avrupa dışı coğrafyalardaki sistem karşıtı hareketleri anlamak ve görünür kılmak olacaktır.”
Özellikle dergide, Ramazan Kaya’nın yazısında yer alan tespit, bu tür yayınların neden elzem olduğunu da gösteriyor: “Kozmopolit bir dünyanın kıyılarında ‘köksüzlüğe kök salmış’ göçmenler olarak gidecek bir evimiz kalmadığı gibi, aslına rücu etmek de artık mümkün değildir. Küresel kapitalizmin büyük ve çoğul dünyasında ‘herkes’ göçebeler haline gelmektedir. Bir ‘sınır durumu’nda yaşamaya mahkûmuz. Yıllarca direnişin, yalnızca ezenin dilini yansıttığı ve ters çevirdiği mantık parçalanıyor, bozuluyor, sorgulanıyor. Bunun sonuçlarından biri de homojen ve aşkın bir ‘öteki’ anlayışının parçalanmasıdır. Sabit bir yer şeması ve güven verici kimlik düşüncesi çatırdamaktadır. Artık otantik bir milliyetçilik ile homojenleştirici bir modernite arasında seçim yapmak iyiden iyiye zorlaşacaktır. Yani hem modern “hâkim anlatılar” düzeninin, hem de bu anlatıların tersine çevrilmiş madun direniş imgelerinin de ötesine geçmeliyiz. Tek-merkezci ve etnik-merkezci siyasal ve kültürel inşaların reddedilmesi, kaçınılmaz bir biçimde, bu yönelimleri normlaştıran açık bir merkezin de ortadan kaldırılması sonucunu doğurmaktadır.”
Yaygın medyanın görmediği bu derginin, sokak çatışmalarının eksik olmadığı, derin ya da açık devlet şiddetinin yaşandığı bir coğrafyada çıkıyor olmasının öneminin, bilmem farkında mısınız?
Benim araştırmacı-gazeteciler gibi devletin içinden bilgi kaynaklarım yok. Dinleme cihazlarım, gizli kameralarım da... Her edebiyatçı gibi, sokağı dinlemeyi tercih ettim hep. Berber Kemal’le bir bardak çay içip sohbet etmek de yeterli oldu benim için. Evet, benim dinlediğim nabız, ‘Qijika Reş’in çıktığı coğrafyada farklı atıyor. Çünkü orada felsefe, siyaset, edebiyat bir ölüm-kalım meselesi olarak algılanıyor. Bizde ise, akıl almaz bir rehavet ve yılgınlıkla...
Ben böyle kendimi kaptırmışken, Berber Kemal, usulca dizime vuruyor... “Biliyor musun evlat, herkesin kendisini görmek için bir başkasına ihtiyacı vardır her zaman.”
Bülent Usta (BirGün gazetesi, 20 Ekim 2010)