GOLLUM'UN CEHENNEMİ

Posted: 11 Haziran 2012 Pazartesi by Jade in
0


Sonbahar yavaş yavaş soğurken, tuhaf kirli bir bulut, o çok sevdiğim yağmur bulutlarının üzerinden tüm gökyüzünü kaplıyor. Operasyonlar başladı yine. Neyin öldürdüğünü bilemiyorum bazen, bombalar mı, demeçler mi, tercihler mi?

Tercih deyip geçmeyin. Bayan B.’nin değil de Bayan A.’nın peşinden gitseydi Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’ı, aradığı gerçek aşkı bulabilirdi belki. Ama o aramayı seviyor diyebilirsiniz. Bayan B.’nin peşinden gitseydi, belki Bayan C.’nin, Bayan D.’nin, Bayan E.’nin peşinden gitmediği için gerçek aşka ulaşamadığını düşünecekti. Aylak Adam’ın ne istediğini bilmediğini düşünebilirsiniz. Ama o, ne istediğini gayet iyi biliyordu: “Ben, toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: Gerçek sevgiyi! Bir kadın. Birbirimize yeteceğimizi, benimle birlik düşünen, duyan, seven bir kadın!”

Zor bir şey mi gerçek sevgiyi bulmak? Aşk romanlarına ve şarkılarına bakınca, oldukça zormuş gibi gözüküyor. Zorlaştıran en büyük etkense, farkında olalım ya da olmayalım yaptığımız tercihler. Siyasetçisinden reklamcısına herkes tercihlerimizi yönetmeye kalkışsa da, son kertede herkes kendisine dayatılsın ya da dayatılmasın kendi  tercihlerinin sonuçlarını yaşıyor. Mesela Başbakan, Kürt sorununun silahla çözülmeyeceğine dair bir tercihte bulunmuştu önceden. Ama o tercihin masaya konuluş şekli, sorunu daha da karmaşıklaştırmıştı. Sonra da eski tercihe, silaha yeniden dönüldü ve işler daha da karıştı, karardı ortalık. Başbakan, Aylak Adam gibi, ne aradığını bilen birisi değil maalesef. Tüm iktidar sahipleri gibi ele geçirdiği gücün kontrolüne girmiş gibi davranıyor. “Yüzüklerin Efendisi”ndeki o “iktidar” yüzüğünün Gollum’un iradesine nasıl boyun eğdirdiğini ve onu nasıl çirkin bir yaratığa dönüştürdüğünü anımsayın. Üstelik, Başbakan’ın tercileri, Aylak Adam’ınki gibi, küçük bir alanı da etkilemiyor.

Bir düşünsenize, zamanın Genel Kurmay Başkanı Kenan Evren, diğer kuvvet komutanlarıyla yaptığı toplantıda darbe beklentisi içinde olanları hayal kırıklığına uğratıp darbeye karşı çıksaydı, neler olurdu kim bilir? En azından genç yaşta kaybettiğim Teyzem hayatta olurdu. Ya da Erdal Eren idam edilmez, cezaevinden çıkıp üniversiteye gider, devrimci bir doktor olup, yüzlerce yoksul hastanın hayatını kurtarırdı. Belki darbe olmasaydı, örgütlü bir halkın yaratacağı sistem, Kürt sorunu dahil bugün yaşadığımız bütün sorunları kökünden çözer, 30-40 bin kişinin ölümüyle sonuçlanan bu savaş hiç yaşanmazdı. Kitaplar, filmler yakılmaz, yazarlar, sanatçılar en verimli olacakları zamanları cezaevlerinde geçirmez, kültür ve sanat hayatımız başka bir boyuta geçmiş olurdu. Üniversitelerin bin bir zahmetle yetiştirdiği akademik kadrolar harcanıp zırcahil 12 Eylül profesörlerine teslim edilmezdi eğitim sistemimiz. Yaratılan o baskı atmosferi içinde milyonlarca insanın gördüğü işkenceler ve o işkencelerin travmaları yaşanmaz, tarikatların ya da şirketlerin egemenliğine girmeden, özgüveni yüksek bir halk olarak bambaşka bir hayat yaşayabilirdik belki. 

Şimdi ülkenin idaresini elinde tutan politikacılar ve bürokratlar, yaptıkları tercihlerle nasıl yaşayacağımızı belirlemeye devam ediyorlar. Kenan Evren’in ruh halinden farksız değil ruh halleri. Yaptıkları tercihler, insanların ölmesini, hatta daha çok ölmesini, düşünce özgürlüğünün göstermelik bir oyuna dönüşmesini, doğanın ve insani değerlerin tahribatının artmasını sağlıyor sadece. Bedelini, sadece çalışanların ve yoksulların ödediği “kalkınma”nın ne kadar “kalkınma” olacağı ortadayken, Yeni Osmanlı hayalleri uğruna yapılan tercihlerin neden olacağı yıkımlardan sadece bizler değil, gelecekte bu topraklarda yaşayan insanlar da derinden etkilenecek...

Hukuk devleti dediğimiz şey, “kimsenin kendisinden  güçlü bir başkasının rıza ve şiddetine maruz kalmadığı, herkese aynı hakların sağlandığı, toplumsal çatışmaların şiddet kullanılmadan çözülmesini teminat alan bir düzen”se eğer, -hukuk devletinin kendi çelişkilerini bir kenara bırakarak-, bir hukuk devleti içinde bile yaşadığımızı söylememiz mümkün mü? Max Frisch’in YKY’den çıkan “Günlükler”indeki “hukuk devleti” tanımı böyle. Aynı kitapta polis şiddetine dair de bir tespit var. Polis şiddetini savunan birisinin ağzından şöyle yazmış Frisch: “Polis herkesi şiddetten korur. Yanlış izlenim oluşmasının nedeni, egemen sınıfların şiddet kullanmamaları. Egemenliklerini teminat altına alan haklar onlar için yeterlidir, şiddete gereksinimleri yoktur.” Yani, egemen sınıfları sanki polis değil de o teminatların koruduğuna dair güçlü bir kanı oluşturulur. Bir işadamı, eline kırbaç alıp dolaşmaz işçilerin arasında, ama elinde bir kırbaçtan daha beter yasalar ve yönetmelikler vardır. Polis, o yasalar ve yönetmeliklerin koruyucusudur sadece. Ama bazı görünmeyen yasalar da vardır. İşte o görünmeyen yasaların izini sürdükleri için Ahmet Şık gibi gazetecilerin başları beladan kurtulmaz kolay kolay.

Aslında “hukuk devleti” ve polis şiddeti”yle ilgili bu iki alıntı, her şeyi özetliyor. Ülkeyi idare edenler, tertemiz odalarındaki rahat koltuklarında bizler adına tercihlerde bulunurken, insanların ölümlerinden, işten çıkarılmalarından, intiharlardan ve daha pek çok irili ufaklı felaketten bizatihi kendilerinin sorumlu olduğunu unuttukları gibi, unutturuyorlar da... Bizi işten atanın insan kaynakları müdürü olduğunu, işkence yapanın polis olduğunu zannediyoruz. Başımıza gelen her felaketin ardında birilerinin bizim adımıza yaptığı tercihler olduğunu ve siyaset dediğimiz şeyin gücü elinde bulunduranın tercihleri ve sonuçları olduğunu göremiyoruz çoğunlukla. Tıpkı, yavaş yavaş soğuyan sonbaharın getirdiği yağmur bulutlarının üzerini kaplayan o kirli bulutları göremeyişimiz gibi.  İçinde acıların ve ölümlerin gizli olduğu o kirli bulutlar, sonbahara özgü o tatlı hüznü değil, bir cinneti taşıyorlar bize.

17’sinde 12 Eylül mahkemeleri tarafından idam edilen Erdal Eren yaşasaydı doktor olur, 12 yaşındayken polis kurşunuyla ölen Ceylan Önkol’un hayatını kurtarırdı belki. Birbirinden uzak ya da kopukmuş gibi gözüken hayatlar, aslında tahmin ettiğimizden de çok birbirine bağlı ve yaptığımız ya da uymak zorunda kaldığımız tercihler yüzünden, Ceylan’ların yaşaması da mümkün, ölmesi de...  Tercihlerimizi biz değil de Gollum’lar yönettiği sürece, dünya, Gollum’un cehennemi olmaya devam edecek…

Bülent Usta (Birgün gazetesi, 5 Ekim 2011)

0 yorum: