Newroz’un Hawar Hâli
Posted: 18 Ağustos 2013 Pazar by bülent usta in
0
-->
Karanlığın içinde
neler olup bittiğini görebildiniz mi? Hacı Zengin’in, Newroz’u kutlamak
istediği için öldürüldüğü zaman, bir anda baharın müjdecisi güneşli bir günü
yaşayan sokakların nasıl karanlığa gömüldüğünü... Yakılan Newroz ateşleri
olmasa kapkara olacaktı ortalık, kapkara ve sessiz... Sonra Fırat Aytış adlı 15
yaşındaki bir çocuğun, Newroz kutlamalarını engellemek isteyen polisin hışmına
uğrayışını, kendisine güvenli bir yer ararken, bu defa da medyanın “hassas
vatandaşlar” ya da “bir grup genç” olarak lanse edip kolladığı linç
çetelerinden birinin eline nasıl düştüğünü ve linç girişiminden mucizevi bir
biçimde sağ kurtulup ağır yaralı olarak hastaneye kaldırıldığını da mı görmediniz?
Karanlık, yaşanan
her acıyla birlikte koyulaşırken, yakılan Newroz ateşlerinin alevleri daha da
yükseliyordu gökyüzüne doğru. Sonra gecenin ilerleyen saatlerinde, linç
girişiminden yaralı olarak kurtulan Fırat Aytış’ın öldüğü haberi yayıldı
karanlığın içinde. Bir çocuğun ölüm acısı, o ölümün neden ve nasıl olduğu
bilgisiyle katlanılmaz bir hal almıştı ki, ölüm haberinin doğru olmadığı ortaya
çıkınca azıcık nefes alıp, bize, biz karanlıkta yaşamaya alışmış, alıştırılmış
olanlara döndüm yüzümü ve düşünmeye başladım. Hacı Zengin’in sedyede çekilen
fotoğrafı, bir yara gibi içimde büyürken, başkalarının acılarına olan
duyarlılığımızdaki azalmanın, yaklaşan felaketin en önemli kanıtı olduğu fikri,
o yaranın içinden dışarıya aktı kana bulanmış bir halde...
Sessizdi
ortalık... Sadece Newroz ateşinin başına toplananlar birbirlerinin yüzünü
görebiliyordu. Karanlığın içinden gelen siren ve uluma sesleri, ateşin etrafına
toplananları kuşatsa da, korkutmuyordu artık onları. Güçlerini göğe yükselen
ateşten mi, yoksa kederlerinden mi alıyorlardı bilmiyorum ama yüzlerinde
gördüğüm ışık, sadece alevlerin yaydığı ışıktan ibaret olamazdı.
Bir çocuk, sırf
Kürt olduğu için ya da başka bir gerçekliğe inandığı için öldürülebilirdi linç
çeteleri tarafından. Çocuklar daha önce de defalarca öldürülmüştü, bombalar ve
mermilerle de... 14 yaşındaki Ceylan’ı havan mermesiyle öldürmüşlerdi mesela
koyun otlatırken. Savcı bile olay yerine gitmemiş, gidememişti...
“Fırat yaşıyor”,
böyle söylediler ölüm haberi yayılınca. Sanki o an Ceylan da, Canan da, Uğur da
ve öldürülen diğer yüzlerce çocuk da bir an canlanıp Newroz ateşinin başına
üşüşeceklermiş gibi hissettim, “Fırat yaşıyor” çığlığının yaşattığı sevinçle...
Yaşıyordu Fırat, ama karanlığın içinde yaşadığı bilgisi bedenine kazınmıştı bir
kere... Hacı Zengin’in bedeninde yazılacak acı kalmamış ve zılgıtlarla
sonsuzluğa uğurlanmıştı. Hacı Zengin’in ardından tutulan yas, gelen yeni
saldırı haberleriyle daha bir derinleşiyor, yaşanan acı ve çaresizlik insanları
birbirine daha çok yaklaştırıyordu. Kaybedecek şeyleri yoktu,
çaresizliklerinden başka. Evrim Alataş, bir yazısında bu durumu şöyle tanımlar:
“Kürdün bir son hali vardır. ‘Hawar’ hali. İsyan ve imdat, ikisinin
karışımıdır bu aslında. Elinde hiçbir şeyi kalmadığı zaman, sakallarını yolmaya
başlayan bir yaşlı adam ya da yüzünü tırnaklayan bir yaşlı kadın hali... Bu
noktaya gelince ne Tanrı'dan umudu kalır, ne kuldan.”
Karanlığın içinde
politikacıların nutukları, siren sesleri, linç çığlıklarıyla çoğalan o
korkutucu homurtular, ateşin başında bekleyen yöresel giysiler içindeki Newroz
insanlarının halaya durmasıyla kesildi bir an. Dans edenlerin bedenleri,
alevlerin içinde bir görünüp bir kayboluyor, gökyüzüne uzanan alevlerin ışığı
yıldızlara değiyordu neredeyse. Bu ‘Hawar’ hali, herkesi alevden giysiler
giymiş gibi göstermekle kalmayıp, güneşin önünü kapatan kara bulutları teker
teker çekip Newroz ateşinin içine atıyordu.
Karanlığın içinde
yaşamaya alışmış, alıştırılmış olanlar, bir halkın neden türlü yasaklamalara,
baskılara, dökülen kana ve gözyaşına rağmen inatla Newroz ateşine doğru
koştuğunu anlayamazlar. Bir çocuk linç mi edilmeye çalışılmış, umursamazlar.
Onun da kendileri gibi karanlığa alışmasını isterler, alışmıyorsa karanlığın
içinde pusuya yatmış linç çetelerinin eline ya da asit kuyularına düşsün diye
beklerler... Karanlığın içinde birbirlerinin yüzlerini göremedikleri için,
kilitli sandığa benzeyen kalplerinin içinde unutulup kalmıştır vicdanları...
Acı olansa,
Newroz ateşine en çok ihtiyaç duyan, karanlığın içinde yaşamaya alışmış,
alıştırılmış olanlardır gerçekte. Onları karanlıktan kurtarıp vicdanlarını
özgürleştirecek olan hakikati Newroz ateşinin aydınlığı olmaksızın
bulamayacaklarını, hakikatin iktidar ve iktidar mekanizmaları tarafından
üretildiğini bilmezler ya da bilmezden gelirler. Yaşadığımız topraklar, eskimiş
nükleer santralleri andıran iktidar mekanizmalarının tehtidi altında radyasyon
çölüne dönüşmüş, vicdanları buharlaştırarak üzerinde bulunduğumuz siyasi zemini
azar azar yok ederken, hakikat mühendisleri, yeni santraller tasarlıyorlar
şimdi, açılımlarla, operasyonlarla... Halbuki herkesin kendi yakacağı Newroz
ateşinden üreteceği hakikate ihtiyacı var. Gerçek ve somut olduğu kadar, düşsel
ve soyut olan alevleriyle Newroz ateşine... Şiirsel hakikate...
21 Mart 1960’da, Güney
Afrika’nın Sharpeville kentinde apartheid paso yasalarını protesto etmek
isteyen göstericilere polis tarafından ateş açılmış ve 69 kişi hayatını
kaybetmişti. O günün anısına her 21 Mart’ta Uluslararası Irk Ayrımı ile
Mücadele Günü kutlanıyor, Newroz
Bayramı ve Dünya Şiir Günü’yle birlikte...
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 21 Mart 2012)
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 21 Mart 2012)