Geçişin Başlangıcı
Posted: 22 Kasım 2014 Cumartesi by bülent usta in
0
Kadıköy’e günlerdir su verilmemişti; Işid
çetelerinin tanklarla Kobane’yi kuşattığı haberleri geliyordu; sokaktan
öğretmenler geçiyordu “karanlığa teslim olmayacağız” sloganı atarak; Kobane’den
gelen gazeteci arkadaşımla, sanat galerileri ve kafelerle soylulaştırma
sürecine girerek rant bölgelerinden birine dönüşen Yeldeğirmeni’ndeki bir çay
ocağında buluşacaktık. Bir yandan yağmur yağıyordu ve içimdeki sıkıntı yağan yağmurla
artıyordu, Turgut Uyar’ın bir sıkıntıyı ısrarla büyütmek dediği şey… “Korkulu
Ustalık” kitabında vardı, “Ne söylenmişse ve ne söylenmemişse, ne yapılmışsa ve
ne yapılmamışsa, ne düzeltilmişse ve ne düzeltilmemişse ondan sıkılan biri”
gibi, kendime sığınak olmaya çalışıyordum…
Kobane’yi konuşuyoruz arkadaşımla, yağmurun
yağışını izlerken, bana gazetelerde okuyabileceğim şeyleri anlatıyor, bense
daha fazlasını istiyorum, “Sen hiçbir şey görmedin ki” deyip susuyor, yaşadıklarını
ve gördüklerini anlatırken çay bardağını tutan eli titriyor. “Güçlü bir direniş
var, Kobane düşmeyecek ama ya yaşanan o acılar…” dedikten sonra yine susuyor ve
yağmura bakıp uzaklara dalıyor. Aklı orada, dönmüş olduğu için kendini suçlu
hissediyor, umutlu sahneler anlatırken birden umutsuzluğa kapılıyor, gözleri
dolu doluyken gülmeye başlıyor; konuştukça korkuyu cesaretten, umudu
umutsuzluktan ayıran sınırların izleri siliniyor. Sonra bir itirafta bulunuyor:
“Hep bir Avrupa şehri olarak düşündüğüm İstanbul’dan Ortadoğu’ya baktığımı fark
ettim orada, aslında Kürt sorununu yeterince anlamadığımı... Ezidilerin
varlığını bile katledikleri zaman öğrendim çoğu kişi gibi. Orada, bizim burada
eksikliğini yaşadığımız ortak aklın varlığını gördüm, hakikatin nasıl hem
karmaşık, hem de yalın olabileceğini...”
Peki mümkün mü buradan bakıp anlamak diye
soruyorum, yanıt vermiyor, “Anlamıyorum” diyor sonra, “yok olmanın değil, yok
edememenin acısının aldığı bu biçimi, savaş ve katliamların bilgisayar oyunu
gibi sahnelenişini… Tüm o silahlar, tanklar… Dünyanın değişik yerlerinden gelen
katillerin, yüzyıllardır o topraklarda yaşayan insanları katledişini tüm dünya
seyrediyor.”
Tüm dünya kendi güçsüzlüğünü seyrediyor
aslında diyorum ona, artık işlerin eskisi gibi olmadığını, insanların öyle
kolay yola getirilemediğini, Hong Kong’da özgürlük için meydanlara dökülen
insanlardan bahsediyorum. Ortadoğu’daki bu süreç ve dünyanın hemen hemen her
yerinde yaşanan isyanlar çözülmenin işaretleri. Korkuyu yeniden, daha güçlü bir
biçimde üretmek istiyorlar, Ortadoğu’nun tarihi... Zeynep Atikkan’ın, Metis’ten
bugünlerde çıkan “Avrupa Benim” adlı kitabındaki James Bovard alıntısını
okuyorum ona: “Herkesi yönetebilmek için yeteri kadar insanı korkutmak gerekir.
Demokratik sistemde işler böyle yürür, hakların yok edilmesi için toplumun
korkması yeterli gerekçedir.” Brezilya’dan Türkiye’ye pek çok ülkede farklı
gerekçelerle sokaklara çıkan insanları birbirine bağlayan reddedişin büyüsünü, devletlerin
korku üretme çabalarını; Irak’a dünyanın çeşitli yerlerinden giden Işidçi katiller
ile Avrupa’daki İslamofobinin ve aşırı sağın yükselişinin bu çözülmeyle ilişkili
olduğunu anlatıyorum ve umutlu şeyler söyleyecekken susmak geliyor içimden. Umut
ile umutsuzluğun, korku ile cesaretin arasındaki sınırların kaybolduğu yerde
olmak, “bir sıkıntıyı ısrarla büyütmek” daha anlamlı geliyor o an. Turgut Uyar,
sevinç için amansız ve aşağılayıcı bönlük demiş, sıkıntıyı “kendi çözümünü
aramakta, rahatlıktan daha etkin” bir duygu olarak tarif etmişti.
Çay ocağında yağmuru izler ve Kobane’de, dünyanın
pek çok yerinde direnenleri düşünürken, Marguerite Duras’nın yazılarından
birisinde geçen “Biz geleceğin tarih öncesiyiz” sözü geliyor aklıma, geçişin
başlangıcında, sıkıntılı… Suların geldiğini söylüyor çay ocağına gelen biri;
mahalleli, İSKİ’ye yürümüş…
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 1 Ekim 2014)