Kobanê Koridoru
Posted: 22 Kasım 2014 Cumartesi by bülent usta in
0
Her şey bölük pörçük zihnimde… Kadıköy
İskelesi’nin önünde gazete satan Suphi Nejat’ın fotoğrafı duruyor bir yerde,
başka bir yerde Arîn Mirkan’ın gülümsemesi… Onlarca insanın Kobanê’ye destek
olmak için sokağa çıkıp neden ve nasıl öldürüldüğü… Hükümet yetkililerin
yaptığı açıklamalar… Eylemciler kendi kendilerini kışkırtmış, hükümetin bir
yanlışı yokmuş; şiddete misliyle karşılık verilecek, hatta polisler artık
kalkanlarını kullanmayacaklarmış… Dublajlı, konusu olmayan kötü bir filmin
içine hapsedilmişiz gibi… İtaatkâr olduğu sürece şiddet görmeyen, sorgulamadığı
sürece rahatsız edilmeyen bizler için bir koridor açılmalı acilen… Kobanê’ye
değil, Kobanê’den buraya bir koridor açılmalı önce...
Televizyon ve internet sayesinde herkes her
yerde, nasıl arılar oldukları yerde durabilmek için hızlı hareket etmek
zorundalarsa… Olduğu yerde duran dünyanın vızıltısı içinde Tolstoy’un
umutsuzluğunu yaşamamak imkânsız. İnsanların savaşların korkunç kötülüğünden
kurtulması için kongrelere ya da araştırma makalelerine ihtiyaç yok demişti
Tolstoy, hükümet denen şiddet ortadan kalkmadıkça insanlığın büyük acıları sona
ermeyecek…
Zadie Smith, yazılarından birisinde Henry
James ile David Foster Wallace’ın romancılığını karşılaştırır. Henry James,
okurlarından “sorumlu olmak için her şeyin farkında olmalarını” ister; 19.
yy’ın başlarıdır ve insanlar gerçekten de farkında oldukları her şey için
sorumluluk duyarlar, devrimlerin ardı arkası kesilmez… Ama Wallace’ın zamanına,
90’lara gelindiğinde artık her şey değişmiştir; aşırı farkında olma, insanları
her zamankinden daha sorumsuz yapar, bir tür “çocuk-kurban”a dönüştürür kitle
kültürü insanı, her yaştan ergenlerle dolar ortalık, bir tür sınırsızlık
duygusu içinde… İnsanın kendini kandırmasının bütün yolları keşfedilmiş,
süslenmiş ve kolay tüketilir hale getirilmiştir artık. İçine hapsedildiğimiz bu
dublajlı, konusu olmayan film, gerçekte hiçbir amaca sahip değildir, sadece işler,
kendi işleyişini denetleyerek… Televizyona çıkan bir hükümet yetkilisi, “her
şey yolunda” dediği zaman, çoğunluk “her şeyin yolunda” olduğuna inanır, ülke
yangına yerine dönse de… İnsanlara duymak istedikleri şeyleri söyletirler,
dublaj yaparak…
David Graeber, “The Guardian”a yazdığı yazıda,
dünyanın Kobane’ye ilgisizliğini bir skandal olarak nitelendiriyordu, korktuğu
şey de Kobane’nin İspanya’daki devrimin kaderini paylaşacak olmasıydı, büyük
devletlerin “müdahalesizliği”yle, dünyanın seyirci kalmasıyla… Mesele, sadece
Suriye’de tüm dünyaya örnek olabilecek demokratik bir deneyimin yok edilme
meselesi de değil. Franco “Bifo” Berardi, “Ruh İşbaşında” adlı kitabında
kapitalizmin tüm dünyayı etkisi altına alan mutsuzluk salgınına neden
olduğundan ve bu salgının dünyanın her yanında yarattığı saldırgan intihar
dalgalarından bahsediyordu. Işid gibi bir küresel intihar dalgasından Kobanê’nin
açtığı koridorla çıkmaktan başka çaremiz yok, başka Kobanê’ler yaratarak…
"Bugün hâlâ, her şeyin akrep
yürüyüşüyle geri geri gitmesini hayal eden partiler var” diyordu Nietzsche,
“Putların Batışı” kitabında. “Ama” diyordu, “akrep olmak, hiç kimsenin elinde
değil. Çaresi yok: İleriye, yani adım adım dekadansa doğru gitmek gerekiyor. Bu
gelişmenin önüne set çekilebilir ve set çekilerek yozlaşmanın birikmesi,
toplanması, daha şiddetli ve daha apansız olması sağlanabilir: Daha fazlası
yapılamaz…”
Daha fazlasının yapılamayacağı zamanlarda
yaşıyoruz, ama Marguerite Duras’nın “Hayatta olayların ne zaman yanıbaşınızda
durduğunu bilemiyorsunuz, kaçırıyorsunuz” dediği gibi, her şey biz vızıldarken
yanımızdan geçip gidiyor… Kobanê geçip giderse, küresel intihar dalgalarıyla
ıslanacağız… Konusu olmayan filmlerin bile bir sonu var…
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 15 Ekim 2014)