Tezgâhtar Kız Felsefesi
Posted: 22 Kasım 2014 Cumartesi by bülent usta in
0
Bazıları yanmış olsa da tarihi binalara ve
Boğaz’a bakarak anlıyorum artık İstanbul’da olduğumu, gazetelerde ölmüş çocuk
fotoğraflarına bakınca da bir balon gibi sönmekte olan dünyada olduğumu
hatırlıyorum. İyiye mi gidiyormuş ekonomi, tek adam yönetimiyle istikrar mı
varmış artık ülkede?.. Sınırın bir yanında halkın üzerine gaz bombaları
atılıyor, diğer yanında gırtlak kesen caniler yaşlı, hasta ve çocuklardan
oluşan yoksul insanları kovalıyor. Yüksek teorileri anlamıyorum artık, ısıtılıp
ısıtılıp önümüze konan yorumlardan da gına geldi. Edebiyat dergilerini
açıyorum, herkes kendi içindeki kuyuya bakmaya devam ediyor, yok sokaktan bir
şey, şairler sızlanıp duruyorlar her zamanki gibi, sınırdaysa TOMA’nın önünde bir
köylü kadın koşmaya devam ediyor...
O köylü kadının fotoğrafı, yaşanan bu zaman
içinde ümit vaat eden bir kareydi benim için, benzer fotoğrafları Gezi Direnişi
sırasında defalarca görmüştük, yüzüne Vendetta maskesi takan pardesülü ve
başörtülü bir kadın, direnişin simgelerinden birine dönüşmüştü.
McKenzie Wark, bugünlerde yayımlanan “Kaldırım
Taşlarının Altında Kumsal Var” kitabında bahsediyor, sitüasyonistlerin “bir
tezgâhtar kız felsefesi” ortaya atma iddiasından. Viénet’in “bizim felsefemiz
herkesin aklındadır” dediği şeye, yani herkesin içine rahatça girebileceği
fikirlere hiç bugünkü kadar ihtiyaç duyulmamıştı. Kitapta yer alan Marx’tan bir
alıntı, aslında her şeyi özetliyor: “Filozoflar fikir, şairler şiir, papazlar
vaaz, üniversite hocaları ise külliyat üretir. Bir suçlu ise suç üretir.
Üretimin bu sonuncu kısmı ile bir bütün olarak toplum arasındaki bağlantıya
yakından bakacak olursak, pek çok önyargıdan kurtulmuş olacağız. Suçlu yalnızca
suçu değil, ceza hukukunu, bununla birlikte ceza hukuku dersini anlatan hocayı
ve bu hocanın ‘metalar’ olarak piyasaya saçtığı kaçınılmaz külliyatı üretir. Bu
da ulusal servetin artışını beraberinde getirir.”
Peki IŞİD neyi beraberinde getiriyor, yüz
binlerce insanın katliamdan kurtulmak için evini barkını terketmesi?.. Sınırda
katliamdan kaçan küçük bir çocuğun üzerindeki tişörtte Eiffel Kulesi’nin resmi
vardı, bir başka çocuğun tişörtünde ise bir çizgi film karakteri, gülümseyen
bir ördek... O çocuklar şu an güvendeler mi bilmiyorum, çünkü fotoğraflarının
çekildiği zaman üzerlerine gaz bombaları atılıyordu; bir başka çocuk sırtında
kardeşini, askerlerin gözü önünde bir başka çocuk da kendinden ağır bir bohçayı
gözyaşları içinde taşırken… Tüm bu acıların ederi, tişörtteki o Eiffel Kulesi’nin
anlamı, ağa takılan balıklar gibi zihnimde çırpınıp duruyor. Roland Barthes, Mehmet
Rifat ile Sema Rifat’ın çevirdiği “Bir Deneme Bir Ders: Eiffel Kulesi ve Açılış
Dersi” adlı kitabında bahsediyordu, hiç sevmediği halde, Paris’te onu görmediği
tek yer olduğu için Maupassant’ın sık sık öğle yemeğini Kule’nin lokantasında
yediğinden… Barthes, Maupassant gibi düşünmüyor; “Paris’te hiçbir bakış yoktur
ki günün belirli bir ânında ona takılmamış olsun” diyerek,
modernliğin, bağlantı kurmanın, bilimin ya da XIX. yüzyılın simgesi oluşunu
anlatıyor kitabında. Peki ya, katliamdan kaçan çocuğun üzerindeki tişörtteki
Eiffel Kulesi, neyi simgeliyor? Modernliğin, bağlantı kurmanın, bilimin ve XIX.
yüzyıla ait vaatlerin sona erişini mi? Sürekli hayal kırıklıkları ve yenilgilerle
felsefeyi değiştiren bu dünyayı değiştirecek felsefeyi mi?
Sitüasyonistler, bu dünya ile vaatleri
arasındaki uçurumu ortaya çıkaran negatif bir teori oluşturmayı öneriyorlardı.
Siyasetin olan ile olması gereken arasındaki gerilimden doğduğunu düşünürsek, o
gerilimin arttıkça karşımızdaki uçurumun da görünürleşmesi gerekirdi. Üst üste
yaşanan ağır işçi katliamları bile, gittikçe derinleşen bir uçurumun kenarında
olduğumuzu görmemize yetmiyor, çünkü ne zaman uçurumdan aşağıya bakılsa,
iktidardakiler bir numara yapıp dikkatleri dağıtıyor, saptırma ve kışkırtma
erbabları olarak… Wark’a göre, rayından çıkmış hayatı yoluna koymak, yine
saptırmalar ve kışkırtmalarla mümkün olacak bir şey. Ama önce “bir tezgâhtar
kız felsefesi” oluşturmalı, her şeyi ama her şeyi içine alabilen, geçmiş
devrimci mücadeleleri taklit ederek değil, o mücadeleleri bir taktik deposu olarak
gören, uzlaşmaz olanı uzlaştırır gibi yapmaktan vazgeçen… İçimizdeki kuyulardan
başımızı kaldırabilirsek eğer, uçurumun kenarında olduğumuzu göreceğiz.
Nietzsche’nin dediği gibi uçurum içimize bakıyor, bu defa Eiffel Kulesi’nden…
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 24 Eylül 2014)