Siyasi Kayıp
Posted: 22 Kasım 2014 Cumartesi by bülent usta in
0
Rüyamda Marguerite Duras’yı görmüştüm,
Kadıköy’e güz gelmişti, denize bakan bir çay bahçesine oturmuştuk, hüzünlü
değil kızgındık, hemen hemen her şeye kızıyorduk, arada kahkaha da atıyorduk
kızgınlıktan, mesela yalnızlıktan şikâyet edenlere kızıyorduk. Yalnız olmayı
beceremedikleri için herkesi yanlarından kaçıran yaşanmaz insanların
çoğalmasına kızıyorduk, insanların hem çok yalnız, hem de yeterince yalnız
olamayışlarına… İktidarlara boyun eğdiren korkuya kızıyorduk, siyasi korkuya
kızdığımız gibi hırsız uğursuz korkusuna, devlet adamı korkusu gibi polis
korkusuna, hayat hakkında kararı ölüm korkusunun veriyor olmasına, okurlara,
sinema seyircilerine, edebiyatçılara, en çok kendimize… Kendimize çok
kızıyorduk…
Yürürken, kapanan kitapçıların yerine
açılan şık mağazalara kızmaya başladık. Buluşma yerleri kahvehaneler
meyhanelerken mekânların bırakılmasına, edebiyatı umursayanların azalmasına…
Ona Bandista’nın bir şarkısını söyledim, şarkı bile söyledim kızgınlıktan,
şarkının en çok “herkes her şeyleşiyordu” sözünü sevdi, edebiyatçıların markalaşmak
için bir ürüne dönüşme telaşına kızdık sonra, çok çevrilir, çok satar
olunmalıydı, hatta bunun için illa iktidar yanlısı olmak da gerekmiyordu,
muhalif olmanın da bir kariyeri vardı, hep olmuştu, kariyerizme karşı kariyer,
iktidara karşı iktidar, ahlakçı geçinip sürekli ahlaksızlık peşinde koşmak
gibi, herkes yoluna gidiyordu, yollar karışsa da…
Marguerite Duras, yürürken söylenip
duruyordu, “Yeşil Gözler” kitabında vardı, “Artık rastlaşılacak sokaklar yok,
her yerde bir kalabalık ama kimse yok, artık küçük yerleşim merkezleri yok,
köyler yok, artık otoyollar var, caddeler, sokaklar yok, kentler toprak
yüzeyinden siliniyor, havaya dikiliyor, yol kenarlarında duvar gibi yükseliyor,
artık denize, kente, ormana açılan kapılar yok, kaçmak için çıkış yok…” Eleştiri
yok, pazarlama var, hakikat değil kariyer derdi var artık edebiyatçıların,
sanatçıların, havaya dikiliyorlar yol kenarlarında…
Marguerite Duras, yazmaktan bahsetti, bütün
gün yazmakla ilgili konuşabilirdik, konuştuğumuz her şey yazmakla ilgiliydi. Duras’ya
göre yazmak, yani edebiyat, bir “iş” olamaz, hatta bir “çalışma” bile değil,
tam tersine “çalışmama katına ulaşan”dı yazar… Barthes’ın yazar ve yazmanlar
ayrımını hatırlattım ona, yazmanlar noterdi, yazarlar da keşiş, keşişlik
noterlik gibi bir iş değil… Yani kariyer derdinde olanlar, edebiyatı bir iş
gibi, yazarlığı, şairliği bir meslek gibi yaşadıkları içindir ki yazarlık
kursları var, çünkü bir iş, bir zanaat, herkes roman yazabilir, yazmalıdır da,
herkes yazar ya da şair olabilir, olmalıdır da, ama edebiyat bir iş değil,
olmayan bir işten sektör yaratırsanız, o başka bir şey olur, edebiyat değil. İş
olan sinemanın sinema olamaması, galeri ressamının kendisine boyacı demesi…
Kitle kültürü denilen şey, o “canavar”, durmaksızın o “iş”leri yiyip yiyip
kusuyor, çünkü yarayışsız, faşizmle büyür gelişir kitle kültürü, benlik boş bir
kabuk halini alır, reklamcılar ve politikacılar birtakım ıvır zıvır ve ölümcül
şeylerle doldururlar içlerini… Kitle kültürü için yazan, okuru kendisi kadar
kültürlü görmez, çünkü onun için bir iştir kültür, kitap eklerini o gözle okur,
rakip firmaların faaliyetlerini öğrenir gibi, ihtiyacı tespit eder, önemli
birtakım kişilerle iyi ilişkiler kurar, kariyeri için network oluşturur vs…
Marguerite Duras, yazının, “her şeyden önce
bilisizliğe” ihtiyaç duyduğundan bahsetti, Ranciére’in “Cahil Hoca”sı gibi,
anadilidir edebiyat, çünkü anadili öğrenilmez, içine işler, gücü de buradan
gelir, bu yüzden sona ermez, bir duvarın çatlağında yeşeren bir bitki gibi varlığını
hissettirir, edebiyat piyasasına rağmen edebiyatın var olabilme mucizesi, belki
de bu sayededir… Dedi ki bana, “Bana göre siyasi kayıp, her şeyden önce kişinin
kendini kaybetmesidir, tatlılığı kadar öfkesini de, sevme yetisi kadar nefret
etme yetisini de, tedbir kadar aşırılığı da, çılgınlığı, saflığı, her şey
karşısında duyduğu güven kadar kapıldığı dehşeti de, gözyaşları gibi sevincini
de elden bırakmasıdır.” Elden bırakılmış dünyaya kızarken uyandım… Marguerite
Duras, yürümeye devam ediyordu…
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 17 Eylül 2014)