Arı duru yıkanmak
Posted: 13 Temmuz 2016 Çarşamba by bülent usta in
0
“Gerçekten şiddetli bir şey geliyor” dedi Macit Amca.
Fırtınadan bahsettiğini düşündüm, ama önünde açık olan gazetede hava durumuyla
ilgili bir haber yoktu. Sormadım gelen şeyin ne olduğunu, niye öyle
söylediğini. Balıkçılar kahvesinde başımı kaldırmaksızın defterime yazıyordum.
Benim gibi balıkçılar da kendi içlerinde bir şeylerin
hesabını görüyorlardı sanki. Eskisi gibi siyasetten konuşmuyorlardı, konuşsalar
bile şifreli sözler ediyorlardı birbirlerine, balıktan konuşurlarken ekonomiyi
tartıştıklarını dışarıdan birisi anlamazdı. Herkesin neşesi biraz azalmıştı.
“Bu aralar çok sessizsin” dedi Macit Amca. “Durup nasıl
gidiyor diye kendime sorduğum günler” dedim. “Peki nasıl gidiyormuş?” diye
sordu, gülerek. Benimle uğraşmayı her zaman sevmiştir, sevgisini gösterme
şekli… “Ezbere, mış gibi yaşamamak için, bildiklerimi, öğrendiklerimi gözden
geçiriyorum. Bu da okuyup yazarak oluyor işte.” Macit Amca, pencereden gözüken
denize bakarak bir süre sustu. “Biliyor musun” dedi, “bu ülkede herkesin
bildiklerini gözden geçirmesi gerek, ezbere siyaset buraya kadar. Daha ötesi
yok artık. Bir sürü şey oluyor ve yapabildiğimiz tek şey seyretmek. Kendimi hiç
bu kadar ülkenin dışındaymış gibi hissetmemiştim. Muhtemelen 30’larda Almanya’da
da böyle hissediliyordu.”
Çaylar geldi, gazete yazım için defterime aldığım notlardan
okudum ona. Önümde, Umberto Eco’nun Beş Ahlak Yazısı” kitabından altını çizdiğim
yerler vardı.
Umberto Eco, diktatörlüğü ve totalitarizmi, devletin bireye
musallat oluşuna göre ayırıyordu. Ideolojisi zayıf bir siyasi hareket,
totaliter olmayı istese de başaramaz, diktatörlükle yetinmek zorundadır.
Şimdiki diktatörlük heveslilerine ve savundukları şeye bakınca, karma karışık,
tutarsız bir yığın ıvır zıvır şeyden başka bir şey görmemem, gerçekte Umberto
Eco’nun bahsettiği gibi, faşizmin olmazsa olmaz bir özelliğiydi. Faşizm, hiçbir
zaman tek parçadan oluşmaz, farklı siyasi ve felsefi görüşlerden oluşmuş bir
kolaj, bir çelişkiler yumağıdır. Yoksa, mutlak denetim ve serbest piyasa,
askerî ve sivil söylemler nasıl bu kadar iç içe kullanılabilirdi ki? Demokrasi
taraftarı olup, saltanat ve fetih coşkusuyla hareket edilmesi, başka nasıl açıklanabilirdi?
Umberto Eco, “domuz entelektüeller”, “radikal züppeler”,
“üniversiteler komünist yuvasıdır” gibi sık sık kullanılan ifadelerde ortaya
çıkan entelektüel düşmanlığının, kök-faşizmin önemli göstergelerinden biri
olduğunu yazmıştı. Bir rektörün çıkıp “En tehlikeli kesim, okumuşlardır”
demesi, anlamlıydı bu yüzden. Aydınlara, sanatçılara, akademisyenlere nelerin
söylendiğini biliyoruz. Aslında karşı olunan şey, kültür sanat değil, ciddi
kaynak ayrılıyor bu alana. Rahatsızlık veren, kültür ve sanatın eleştirel bir
tavra sahip olması, geleneksel değerleri sorgulaması. Bu yüzden de
yetiştirdikleri sanatçı, iyi bir taklitçiden öteye gidemiyor. Hakikati aramak
gibi bir kaygısı olmuyor çünkü. Umberto Eco’nun dediği gibi, onlar için hakikat
bir kere açıklanmıştır ve bu açıklama sonsuza kadar geçerlidir.
Eleştirel her yaklaşım, farklı düşünülebileceğini göstererek
uyumsuzluğa neden olduğu için, ihanetle suçlanarak bastırılır mutlaka. Ve her
zaman komplo teorilerine başvurularak içeride ve dışarıda düşmanlar yaratılır. Barışseverlik
düşmanla işbirliği demektir, zayıflıktır, ihanettir… Falanjistler, “Yaşasın
ölüm!” diye bağırmıyorlardı boşuna.
Faşizmin güç aldığı kesimin, hayal kırıklığı içindeki orta
sınıflar olduğu da unutuluyor sıklıkla. Önceki iktidarların ve rejimin
yaşattığı bütün o hayal kırıklıklarıyla yüzleşmeden, ne söylense boş, anlamsız…
Yağmur sesiyle başımı defterden kaldırdım. Macit Amca, dalıp
gitmiş, pencereden yağmuru seyrediyordu. Defteri kalemi bırakıp, yağmura
çıktım… Turgut Uyar’ın dediği gibi, “herkeslerin kaçıştığı bu yağmur”da, arı
duru yıkanmaktı isteğim, “Yaşasın hayat!” diye bağırarak…
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 25 Mayıs 2016)