Doğmamış ruhlar
Posted: 13 Temmuz 2016 Çarşamba by bülent usta in
0
Sabah evden çıkıp vapura yetişmek için koşarken, daha önce
bu köşeye konuk olmuş Kedili Teyze’yle karşılaştım, bir banka oturmuş, kucağındaki
yaralı kediye, “Sana bunu yapan, başkalarına ne yapmaz. Beden olarak doğmuş ama
ruhu doğmamış bir canavar daha” diyerek söyleniyordu. Bıraktım vapur kaçsındı,
yanına oturdum Kedili Teyze’nin. Tarçın’dan bahsetti hemen, Kadıköy’ün
simgelerinden bir sokak köpeğiydi, öldürülmüştü geçenlerde. Şule İdil’den
konuştuk sonra, belediye kamyonu ezmişti, üstelik yaya yolunda, pırıl pırıl,
iyi yürekli bir genç kız… Kucağındaki kedinin bacağı kırıktı, birlikte
veterinere doğru yürürken, ona Carlos Fuentes’in “Yanık Sular” kitabında
tanıştığım Dona Manuela’dan bahsettim, onun yakarışlarını duymuştum sanki
sesinde...
Dona Manuela, kimseye bir zararı olmayan, elbiselerini gece
kurutacak kadar insanlardan uzak yaşayan ve her gün sokak köpeklerine yiyecek
dağıtarak uzun yürüyüşler yapan, yalnız ve unutulmuş bir kraliçeydi… Bir gün serseriler,
onun her gün beslediği sokak köpeklerinden birisinin kuyruğunu, kör bir bıçakla
kesmişlerdi, sırf zevkine. Onlar bunu yaparken az ilerideki bir inşaatta
çalışan işçiler de izlemişti o vahşeti ve diğer sokak köpekleri… Dona Manuela, köpeği
yaralı halde bulup tedavisini yaptıktan sonra, bütün sokak köpeklerini peşine
takıp kiliseye gitmiş ve Tanrı’ya yarattığı bütün canlılara kendilerini
savunabilmeleri için eşit güç vermesini dilemişti yüksek sesle: “Madem ki
insanlara bu zavallı hayvanlara acıyarak davranacak iyiliği vermedin, hiç
olmazsa onlara kendilerini koruyacak gücü ver. Bazı yarattıklarını artık
ötekiler kadar sevmiyorsun, bu yüzden daha az sevdiklerin daha az sevecekler
seni…” İsyan eden sözlerine, kilisedeki sofu kadınlar sinirlenmişti. Dona
Manuela, günaha giren, uyuz köpekler sürüsünü peşine takmış yaşlı bir deli
kadındı onlar için. Bir papaz yamağının vurmasıyla alnından yaralanmış ve
köpekleriyle birlikte kovulmuştu oradan.
Dona Manuela, Tanrı’nın kendisine şöyle seslendiğini düşünmüştü:
“Dünya eğer kusursuz olsaydı, bana inanmaya gereksinim duymazdın, anlıyor musun
beni?” Anlamamıştı. Kedili Teyze, “Ne kadar bencilce bir söz. Kusursuzluk değil
mesele, biraz da olsa adalet!” diye haykırdı. “Adalet isteyince günaha mı
giriliyor? Devletin adalet isteyenleri terörist diye damgalaması gibi bir şey.
Oh ne âlâ…” Kedili Teyze’yi hiç böyle politik sözler ederken duymamıştım.
O yaralı köpeği gördüğünde, Dona Manuela’nın ilk aklına
gelen ve Tanrı’dan istediği, köpeklerin konuşabilmesiydi; konuşabilmek ve
unutmamak, ona göre birer savunma aracıydı, adaletin gerçekleşebilmesi için. Adalet
gerçekleşmese bile, konuşabilmek önemliydi, içimizdeki zehiri akıtabilmek… Konuşamıyoruz
ve unutuyoruz her şeyi, “Unutmayacağız!” diye bağırırken… Gerçekten unutmuyor
muyuz? Bütün o unutmadıklarımızla, Soma’yla, Roboski’yle, Sivas’la, Ankara
Garı’yla ve her gün bir başkası eklenen bunca acıya, unutmadan nasıl dayanacağız?..
Kedili Teyze’nin “ruhu doğmamış” sözünü düşünüyordum,
iskeleye doğru ince dar bir sokaktan aşağıya inerken... Schacter, “Belleğin
İzinde” adlı kitabında, bellek kaybının “ruhsal körlüğe” neden olduğunu
yazmıştı. Ruhsal körlük yaşayan biri, hayatının denetimini kaybederek iktidarların
tuzağına düşerdi, kaybolurdu. İnsanları, içinde kayboldukları unutuşun içinden
çekip çıkarmak için, anlatılar kurmaktan başka bir yol yoktu; ruh bedenle
doğmaz…
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 18 Mayıs 2016)