Denize doğru
Posted: 30 Aralık 2015 Çarşamba by bülent usta in
0
İnsanın içinde gitme isteği uyandıran bir hava. Nereye olursa
olsun, sadece gitmek… Gecenin ilerleyen saatlerinde Kadıköy iyice ıssızlaşmış.
Denize doğru inen bir sokakta yan yana yürüyoruz. Neden denize doğru?..
Kaybolduğumuzu düşündüğümüz için belki de…
Bir duvarın ardından konuşur gibi, “Artık hayal kırıklığı
yaşamaktan bıktım” diyor. Aramızdaki sessizliğin ördüğü duvarı aşmak
istercesine, ona, Ian Craib’in “Hayal Kırıklığı” kitabından bahsediyorum,
“Toplumumuzu nasıl daha yaşanır bir yer yaparız yerine, toplumumuzun daha kötü
bir yer haline gelmesini nasıl önleriz sorusuna yanıt aramamız gerek belki de”
diyorum…
Duyuyor mu beni?
“Nasıl daha iyi bir insan
olurum değil, nasıl yaşarsam daha kötü bir insan olmaktan kaçınabilirim
sorusuyla…”
“Bu teslimiyet. Vazgeçmek…”
diyor, duymuş…
“Hayır, bu hayal kırıklığını kabullenip çare aramak. Görmüyor
musun, herkes kafasının içindeki bir dünyada yaşıyor. Kafamızın içindeki ve
dışındaki toplum, birbirinden o kadar farklı ki… Her seçimden ve toplumsal
olaydan sonra yaşanılan şaşkınlık ve hayal kırıklıklarından nasıl olup da
bıkmıyorlar, anlamıyorum. Yine aynı şeyleri söylemeye başladılar. Yenilgilerden
ders çıkarmak ağır iş çünkü, yalan bir hayat yaşadığını kabul etmek. Kafamızın
içindeki benliğimizle olduğumuz şey arasındaki uçurumdan aşağıya bakınca,
kocaman bir boşluk görüyorum sadece. O boşluğun içinde, bombalar patlarken
eğlenceye ara vermeyenler, ibadet edenler, televizyonlarının karşısında
uyuklayanlar… Ankara Katliamı’nın olduğu gün, Kadıköy’deki çoğu bar ve eğlence
mekânı açıktı ve evlerine dönünce sosyal medyada çok üzülen mesajlar
yazmışlardı ve o barların solcu, özgürlükçü, her şeye duyarlı sahipleri… Çok
üzgündüler ve daha çok içtiler, sokak çocuklarına biraz daha fazla para
verdiler, şiirler okudular, siyasete dair içi boş ve öfke dolu bir şeyler
söylediler, nasıl olsa her şey unutulacaktı, unuttular… Diğerlerinin zaten
umrunda değildi, hiç olmamıştı…”
Karamsar sözler ettiğim
için kızıyorum kendime, derin bir nefes alıyorum uzakta görünen denize bakıp.
“Gerçekte neyin
derdindeyiz? Ahlak, tamamen göreceli bir şey mi oldu? Ne kadar hayatın
içindeyiz, hayat ne kadar içimizde?” dedikten sonra başını kaldırıyor, artık
bir duvarın ardından konuşuyormuş gibi değil sesi... Bir kedinin önümüzden
geçişini izliyoruz. “Kadıköy’ün kedileri bir garip, büyülü” diyor gülümseyerek,
Yıldırım Türker’in şiirinden dizeler mırıldanıyor sonra, “büyülüydük... /
elimiz kolumuz bağlıydı / bir insanın... bir kedinin... bir hayatın... bir
sokağın / sonu gibiydik…”
Yaşadığımız sürece bakarak
bir tarihin sonuna geldiğimiz de söylenebilirdi. Sevmiyorduk ama sonları, yeni
başlangıçlar gerekliydi bize, denize doğru yürürken aradığımız şey…
“Belki de hiç
bulamayacağız” diyor, “Bazen kendimi Kafka’nın bir roman kahramanıymışım gibi
hissediyorum, bilinmeyen yasaların yurt edindiği toprakları geçip evine geri
dönmek isteyen…”
Kracauer’in “Kitle Süsü”
adlı kitabında Kafka için yazdıklarını hatırlatıyor sözleri. “Asıl mesele,
evimize nasıl döneceğimizi bilmiyor oluşumuz değil. Aklımızın yarısının hâlâ uykuda
olması... Bütün muammaların çözümünü içinde barındıran ama az önce uçup gitmiş
bir rüyayı hatırlamaya çalışır gibi dolanıyoruz sokaklarda…”
Gülüyor aynı kitaptan
alıntı yaparak konuşmamıza, “Aklı uyandıracak büyü lazım bize” diyor. “Belki de
o rüyayı çözmeden aklın tam uyanması mümkün değildir” diyorum. “Aşk gibi mi?”
diyor, artık yüksek sesle gülüyor. Martılar havalanıyor bir çatının üstünden,
güneşin doğmasına az kalmış. Bizi gerçek evimize götürecek rüyanın izini
sürmeye devam ediyoruz, denize doğru…
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 18 Kasım 2015)