Kış sessizliği
Posted: 30 Aralık 2015 Çarşamba by bülent usta in
0
Evim, İstanbul’da uyumayan bir semtte olduğu için, deniz
kenarındaki kulübeye varınca bulduğum sessizlik, bir yorgan gibi sarıp
sarmalayıp hemen uyutmuştu beni. Gördüğüm kâbusla uyandığımda, karanlıktı daha
hava. Dilek Doğan’ın öldürüldüğünü gösteren video kaydını izlemiştim önceki
gün. Silopi’de öldürülen 11 yaşındaki çocuğun fotoğrafı da gitmiyordu gözümün önünden.
Başka yüzlerce fotoğraf, görüntü, çığlık, acı…
Rüyamda bir çukurdaydım, sanki bütün ülke derin mi derin bir
çukurdaydı. Gökyüzü, çukurun içinden görebildiğim kadardı, bir avuç… Etrafımda
insanlar vardı, ama karanlıkta yüzlerini göremiyordum. Kimse kimseyi göremiyor,
duyamıyor, konuşamıyordu. Herkes hep aynı şeyleri tekrarlayıp duruyordu.
Çukurun içinde bir çıkış yolu ararken, bir koridordan geçip büyükçe, zemini taş
döşeli bir meydana geldim. Karanlığa gözlerim alışınca burasının stadyum gibi
bir yer olduğunu anladım, binlerce kafa bana doğru bakıyordu. Önüme mikrofon
koydular ve konuşmamı ister gibi sessizliğe gömüldüler, ama konuşamıyordum.
Söyleyecek binlerce şeyim vardı ama tek bir sözcük çıkamıyordu ağzımdan,
çıkmıyordu. Sonra bağırmaya başladım, ama bağırsam da bağıramıyordum, mikrofona
sesim bir türlü ulaşmıyordu, çığlığımı ben bile duyamıyordum, içime hapsolmuştu.
Yataktan kalkıp gaz
lambasını yaktım, elektrik yoktu burada, arkadaşım özellikle tercih etmişti,
kendisiyle baş başa kalabilmek, yazabilmek için. Arkası orman, önü deniz, ahşap
bir kulübe… Lambanın ışığında kitap raflarını inceledim, sonra gözüm Paul
Auster’in “Yalnızlığın Keşfi” kitabına takıldı. O kitapta yazar, önüne boş bir
kâğıt koyup şöyle yazıyordu: “Vardı. Bir daha asla olmayacak.” Bu cümleyi ilk
okuduğumda sarsılmıştım, kafamı en çok meşgul eden ve hüzünlendiren bir şeyi,
yani şimdiyi “geçmiş” gibi yaşamayı anlatıyordu. İyi bir şey değildi bu,
sevgilinle birlikteyken kafanda bütün hikâyeyi yazıp sonunu koymak gibiydi.
Yaşadığın her ânı, bir daha olmayacak gibi yaşarsın ve gerçekten de bir daha
olmayacaktır. Hasan Hüseyin, bir şiirinde “sonu baştan görmenin yalnızlığı”
olarak tarif ediyordu, yalnızlıktı bu, ölümü hissetmekti sürekli. Bir süredir
uzaktım bu ruh hâlinden, ama Suruç ve Ankara katliamlarından sonra yeniden
ortaya çıkmıştı. Aslında sadece yazarken yaşadığım bir şeydi. Sartre’ın dediği
gibi, hayat “ileriye doğru yaşanmak zorundadır” ama “ancak geriye dönük olarak
anlaşılabilir.” İkisini aynı anda yapmak mümkün değildir. Gittikçe derinleşen
bir çukura dönüşen bu ülkede ileriye doğru yaşayamadığımız için mi? Değişen
zamana, çağa uygun olarak kendisini yenilemeyen, esnemeyen, hayata değer
vermeyen, korku ve kanla sıvanmış devlet denilen duvara çarpa çarpa…
Auster’in kitabındaki
sahnede yazarın yaptığı gibi, oturup masaya, boş beyaz bir kâğıt koyup yazmaya
başlayınca, 1979’un Noel arifesinde yazarın yaşadığı duygunun aynısını,
2016’nın Noel arifesinde yaşadığımı anladım: “O gece, ertesi günün yeni bir gün
olduğunu söyler kendi kendine. Kafasının içinde yeni sözcükler çığlık atmaya
başlar, ama onları kâğıda dökemez. Kendisinden A. olarak söz etmeye karar
verir. Masayla pencere arasında durmadan gidip gelir. Radyoyu açar, sonra yine
kapar. Bir sigara içer. Sonra yazar. Vardı. Bir daha asla olmayacak. 1979, Noel
arifesi. Yaşamı artık şimdiki zamanda sürmüyor gibiydi. Ne zaman radyosunu açıp
dünya haberlerini dinlese, kendini duyduğu sözlerin çok önceden olup bitmiş
şeyleri tanımladığını hayal ederken yakalıyordu.”
Auster’in yazdığı gibi
burada radyo yok, gazete okuyabiliyorum sadece. Gazeteleri okurken, olup biten
her şeyin göz göre göre olmasından mı, hep aynı şeylerin yaşatılmasından mı;
yoksa yazar olmakla, olaylar arasında sürekli bağlar kurup anlamaya çalışmakla
ilgili midir nedir, her şeye gelecekten bakıp şimdiyi geçmiş gibi yaşadığımı
hissediyorum, bugünlerde daha çok… Bu hayat, böyle devam edemez. Gittikçe
derinleşen bu çukurun üzerimize kapandığını göremiyor musunuz? Herkesin gözü
önünde cinayet işleyenlerin tutuksuz, halkı aydınlatmak için yazan
gazetecilerin tutuklu yargılandığı, 11 yaşındaki bir çocuğu öldürüp okulunun
kara tahtasına savaş ve intikam sözleri yazanların kazdığı bu çukur üzerimize
kapanırken…
Masadan kalkıp pencereden
denize bakıyorum, dalgaların sesi bile kışın sessizliği içinde usulca
kayboluyor. Her karanlığın bir sonu olduğunu hatırlatırcasına, güneş doğmaya
başlıyor denizin ortasında…
Bülent Usta (BirGün Gazetesi, 23 Aralık 2015)